İKRAR KİMDEN KALDI? ANLAMI NEDİR?
İkrar ne demektir? Allah’a İnanıp iman etmek ve sonsuza kadar bağlı kalmak, bütün emirlerine ve gösterdiği doğru yola sadık kalacağına söz vermektir. Bu yaratıcıyla, yaratılmış arasındaki inançsal bir teslimiyettir. İşte bu inançsal teslimiyete ikrar denilmiştir. Birde yaşadığımız toplum içerisinde biribirimize verdiğimiz sözler. Anlaşmalar, İsak isminde aynen büyük değer taşıyan kutsal bir ikrardır. İnsanlar arasında da verdiği sözün üzerinde durmayan bir kişiye; O sözünün eri değildir diye. İtibar edilmez ve değer verilmez. Riyakâr, sahtekâr ve İki yüzlü denir.
Hava ve ateşten yaratılan cinlerin, perilerin, melaikelerin ruhlarının Tanrı huzurunda toplanıp, Allah’ın birliğini tanımalarına, kabul edip ikrar vermelerine “Elestübezm, Kaalü-Beli” denir. Bu eyleme birinci “Biat” (ikrar) derler.
İkinci Biat (İkrar)
Tanrı yarattığı evrene, kendine vekil kılacağı Âdemoğlunu egemen kılmak istedi. Bunun için başlangıç olarak Âdem Aleyhisselam’ı yarattı.
Hac Suresi’nin 5.ayeti: “Tanrı en güzel yarattığı Âdem’e, meleklerin ve cinlerin secde (Biat) etmelerini İkrar etmelerini emir etti.”
Bakara Suresi’nin 33. ve 34. ayetleri gereği, Meleklerin ve cinlerin, Âdem’i Tanrı vekili olarak kabul etmelerine ve Âdeme secde etmelerinede “ikinci Biat” İkrar denir. Alevi inancının temel felsefesini bu ikinci “Biat” (İkrar) oluşturur. Çünki bu ikrarda ademe secde ve teslimiyet vardır.
Üçüncü Biat (İkrar)
İnsan oğlun da tecelli etmiştir. İnsan oğlunun ilk verdiğ ikrarda İbrahim Peygamber’den kaldı. İbrahim Peygamber, Karısı Hacer’le ilk gece zivafa girerken. “Allah’ım bana salihlerden bir oğlan çocuğu verirsen, sana en sevdiğimi kurban edeceğim”dedi. Böyle bir dilekte bulunup, ikrar eden Hz. İbrahim, oğlu İsmail doğduğu gün en sevdiği develerinden 100 adet deve kurban edip fakire, fukaraya dağıtır. Aylar, yıllar geçer. Ruyalarunda neden en sevdiğini kurban etmiyorsun. Senin bu kestiğin kurbanlar, senin en sevdiğin varlık değiller. Sen sevdiğini kurban etmediğin müddetce, hiç biri onun yerini tutmayacaktır. Neticede oğlu İsmail’i bıçak altına yatırınca, Allah İsmail’in kesilmesine müsade etmedi. İsmail’in yerine kesmek için bir koç gönderdi.
İbrahim Peygamber’de verdiği ikrarı yerine getirmiş oldu. Yüce Allah! İbrahim Peygambere “Biz ikrarında sadık olanları böyle mükâfatlandırırız”. Bu gün halen kurban bayramında kesilen kurbanlar! İnsanların can bedelinin karşılığıdır.
Kurban olayında sonra İbrahim Peygamber 99 yaşında. Hanımı Saray 90 yaşında. Oğlu İsmail 13 yaşında. Yüce Allah tekrar İbrahim’in batınına girer. “Ben kadir Allah’ım. Kâmil ol, Seninle benim aramda bir Akit (İkrar) bağı kuracağız.”. Seni ziyadesiyle çoğaltacağım. Saray’da bir oğlan çocuğu vereceğim. onun isminde İsak koyacaksın. Onuda semerenlendireceğim. İsmail’ide 12 beyin babası yapacağım. Sana ve senden sonra zurriyetin ile benim aramda akdim (Sözleşme) nesillerince ebedi ve sabit kalacaktır. Sabit olmasını istediğim akit (İkrar) şudur! Aranızda her erkek uhdesinde (penisinde) Sünnet olacaktır. Akdim alametine birde şahidimiz olacaktır? Akdim ebedi bir akit olarak sizin etinizden olacaktır. Sünnet olmayan bir kişi, benim aktimi bozmuş olur, bizden değildir” diyor. Kaynak: Tevrat 5-6-7 Babları.
Yüce Allahın bu emrinden sonra İbrahim Peygamber, evindeki ve çevresinde hüküm ettiği erkekleri toplar. Kendisi 99 yaşında oğlu 13 yaşında topluca sünnet olurlar. Bu İkrar Allah’ın birliğini tanıma ikrarıdır. Sünnet olan toplum için, Allah’ın birliğini tanımanın en kutsal ikrardır. İşte bu İkrar halen devam etmektedir. Bunada üçüncü İkrar diyoruz.
İkrar kelimesinin anlamı! İnançsal değeri olmakla beraber, toplumsal yaşam içinde de aynı derecede değere sahiptir.
ALEVİ İNANCINDA İKRARIN ÖNEMİ?
Hz. Muhammed’e Yapılan Biatlar. (Verilen ikrarlar)
Birinci Akabe Biatı: (İkrar)
Mekke’de, miladi tarih 621 yılında gece yapılmıştır. Yedi kadın, beş erkek katılmışlar. Tamamı önceden Müslüman olmuş kimselerdi. Kadınların çokluğundan ötürü, bu olaya “Biatun Nisa” denilmiştir. Kadınların insan olarak değer verilmediği ve pazarlarda satıldığı bir tarih’de. Bu konuda Mümtahine Suresi’nin 12’nci ayeti şu emri vermiştir: “Ey Habibim! İnanmış kadınlar, Allah’a hiç bir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenmemek, kocasına isnatta bulunmamak ve uygun olanı işlemekten, sana karşı gelmemek şartıyla, sana biat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et. Onlara Allah’tan bağışlama dile. Doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.”
İkinci Akabe Biatı (İkrar)
Medine’de, miladi tarih 622 yılında gece vakti yapılmıştır. Bu biata kırk sekiz kişi katılmıştır. Biatın düzenli olması için, içlerinde 12 kişi nakip hizmetine seçilmiştir. Biata katılanların tamamı iman etmiş müminler ve Müslimlerdi. Bu biat ’ta çoğunluk erkeklerdendi. Burada Fetih süresinin 10’uncu ayeti gelmişti. “Ey Muhammed! Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah’ın eli onların eli üstündedir. Verdiği bu sözden (İkrardan) dönen, ancak kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü (İkrarı) yerine getirene, Allah büyük nimet verecektir.” Bu biat ‘ta Tevella ve Teberra yemini de yapılmıştır. Erkanlarımızdaki 12 hizmet ve cemlerimizin gece yapılması ve buna benzer kurallar, bu ikinci biat erkânından kalmadır.
Üçüncü Hüdeybiye Biatı: (İkrar)
Hz. Muhammed, Miladi tarih 628 yılında Kâbe’yi ziyaret etmek için Mekke’ye gider. Ebu Sufyan ordusu, Hz. Muhammed’i Mekke’ye sokmaz. Hz. Muhammed de Mekke yakınında “Hüdeybiye” denen yerde konaklar. Ebu Süfyan’a elçi gönderir ’ki, yalnız Kâbe’yi ziyaret edeceklerini ve sonra dönüp gideceklerini bildirir. Fakat Ebu Süfyan, buna izin vermez. Birbirlerine elçi göndermekle hayli zaman kaybederler. Sonunda Hz. Muhammed, Ebu Süfya’nın yakın akrabası olan, henüz Halife olmamış Osman’ı elçi olarak gönderir. Osman, beş gün geri gelmeyince, Hz Muhammed’in etrafındaki insanlardan bazı olumsuz dedikodular başlar. Hz. Muhammed, bu olumsuzluklara meydan vermemek için oradaki insanlardan sonsuza kadar beraber olacaklarına, savaşta ve barışta birlikte olacaklarına yemin ettirerek biatlarını (İkrarlarını) alınmıştır.
Biat – ikrar demektir, söz vermektir. Bu biat Hüdeybiye ’de Sidre ağacının altında alınmıştır. Ağaç altında alınan bu biat ‘ta el yerine ağaç dalı kullanılmıştır. Bu nedenle, bu biat’a “Secere’i Rıdvan Biat’ı” denir. Bu biat ‘ta da “Tevella, Teberra” (Ehlibeyt’i seveni sev, sevmiyeni sevme) yemini yapılmıştır. Bu biat’a 1524 kişi katılmıştır ve gündüz yapılmıştır. Buraya katılanların tamamı erkektir. Bu olaydan sonra, Fetih Suresi’nin 19’uncu ayeti gelir. Bu ayet şöyle der: “Ey Muhammed! Allah’a inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, ant olsun ki, Allah onlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onları yakın bir zamanda mükafatlandıracaktır . Allah güçlü olandır. Allah hâkim olandır.”
Dedelerimizin görgü erkânında kullandıkları “Tarık ile görgü yapmak”. Bu biat’tan kalma bir kuraldır. Hz. Muhammed’e yapılan bu biata da elini değil ağaç dalı kullanmıştır. “Üçüncü Biat” denir. Bu kutsallaşan Sidre ağacını her sene aynı günde ziyaret eden Ehli Beyt dostlarının ziyaretlerini engellemek için ikinci Halife Ömer, ağacı yerinden söküp çıkartmıştır. Toprağı işleterek yerini belirsiz etmiştir. Yorumunu okurlarıma bırakıyorum.
Ehlibeyt, Alevi İslam inancındaki sürekler, (Rutueller) yol ve erkânlar. Hz. Muhammed’in yaşamı sırasındaki Vahiler ile gelen veya gönlüne gelen ilhamlar ile söylediği ve yaşayarak belirlediği İslami düşüncedir. İmam Caferi Sadık da; İslam’ın bu temiz insan, şeffaf toplum yaratacak, ibadet sistemini düzene koymuştur. Ehlibeyt taraftarları ve Aleviler, bu kutsal inancı halen yaşatmaktadırlar. İbadetten maksat, Allah ile ilişki kurmaktır. İnsanın yaratıcıyla ilişkisi yalnız ibadet ile olur. İbadetin özü de duadır. Sahabeler bir gün, Hz. Muhammed’e sorarlar: “Ya iki gözüm, sen Mirac’a gittin, Allah ile görüştün. Senden sonra kim Allah ile görüşecek?” Hz. Muhammed: Veselatu Miracul Müminin.” der. Türkçe anlamı ise; “Her mümin, ibadetinde miraca yükselir.”dir. Hz. Ali’nin güzel bir sözü var: “Tanrı ile ilişki kurulmayan ibadetten, yine Tanrı’ya sığınırım.” Yaratıcı ile beraberliğin elde edilmesinde araç ibadettir. İbadetin ruhsal aydınlanması ve birlikteliğinin kaynağı da duadır.
Hz. Muhammed’den, Ehlibeyt’den ve on iki imamlardan devam eden! Horasan erenleri ile Anadoluya getirilen. Alevi İslam inancı. Dergâh eğitim sistemi ile yönetiliyordu. 15-16’ıncı yüz yılda Dergâh’lar Osmanlı Padışahları Yavuz Sultan Selim ve oğlu Kanunui tarafından katliama uğrayıp, yasaklandıktan sonra. Pirlerimiz evlerinde azda olsa, eksikte olsa, aynı eğitimi devam ettirerek 1950 yılına kadar getirdiler. 1950’den sonra Pir’lik görevi eğitimsiz olarak devam etmiştir. Sağcının kendi düşüncesine göre. Solcunun kendi düşüncesine göre. İnançsızın kendi düşüncesine göre keşmekeş bir vaziyette günümüze geldi. İnanclı olanlarında ekseriyeti bilgisiz olduklarından, bunların karşısında sessiz kaldılar. Şimdi bu keşmekeşlik ve eğitimsizlik kısmenda olsa, Ehlibeyt İslam inancını kendi özünde koparmaya çalışıyor.
Anadolu köy Alevi inancında bir kutsal değim vardır. “Öl ikrar verme, öl ikrarıdan geri dönme. Verenin malı, dönenin canı”. Anlayana bu ifade, ikrar kelimesinin anlamını ve kutsal değerini açıkca vermektedir. Anadolu Aleviliğinde, “El ele, el hakka” diye bir inançsal düzen vardır. Bu sistemde her Seyidi saadet, evladı Resul olan ocaklar, birbirlerine ikrar vermişler ve birbirlerinin ellerini öpmüşler. Talip olan diğer aşiretler de, bu sistem ile kendilerine Mürşit’ini, Pir’ini, Rehber’ini belirliyerek ikrar vermişlerdi.
İyi bir analiz edecek olursak, Rahber, Şeriat kapısının görevlisidir. Şeriat kapısında, bilgisiz canları öğreterek, eğiterek kötülüklerden arındırmak için vardır. Burada talip olan can, evvela Rahbere ikrar veriyor. Rahber’de onu eğiterek Ehlibeyt, Alevi İslam inancına, yoluna, erkânına ikrarını alarak yola talip ediyor. Rahber’de Pire ikrarlıdır. Rahber eğittiği talibi Pir’e götürür. Pir evvela gelen talibin İkrarını alır. Pir’lik makamının görevide, hamı has etmek ve çiği pişirmektir. Pir, ikrar veren talibe Alevi inancını bütün kutsal değerlerini yolumuzun, erkânımızın inceliklerini öğreterek görgü erkânına hazırlar. Alevi yol ve erkânı hakkında talipleri iyice bilgilendirir ve onlara nasihat ta bulunur: Pir’de olması gereken vasıfları 21/6/2020 tarihinde ki konuşmamda anlatmıştım. Arzu eden Düzgün TV. Açıp dinleyebilir.
Bütün dinleri araştırdığımız zaman, anlattığımız gibi karşımıza iki inanma ve tapınma sistemi çıkıyor demiştik. Birincisi “Şeriat, inancın zâhirî yüzü”; ikincisi, “Tasavvuf, inancın bâtınî yüzü.” Alevi İslam inancın da hem zâhirî yüzü, hem de bâtınî yüzü vardır. Aleviler, %90 zâhirî yüzü olan şeriat, tarikat, marifet kapılarında; Pir, talip ikrar bağı ile, Ehl-i Beyt yoluna talip olurlar ve kurallara bağlı kalarak Hak’kın rızasını kazanmaya çalışırlar. Çünki Alevi inancındaki şeriat, tarikat kapısının temel öğesi ikrardır, imandır ve Ehl-i Beyt’tir. Başında Hz. Ali vardır. Alevi yol ve erkâının öngördüğü ikrar kapılarındaki kuralları yerine getirmekle, Allah’a ulaşmaya inanılan yoldur, hedeftir.
Bir mümin kimse, kendini tanımak istiyorsa, tam anlamıyla Allah’a tevekkül etmelidir. O zaman hem Allah’ı, hem de kendini bulma noktasına gelmiş olur. Kendinden söz ederken olduğu gibi anlatmak dürüslüktür ve ariflerin makamıdır. Allah ile birlik olmak, vahdeniyet (kemalet) alemidir. Buda Ariflerin makamıdır. Artık o makama gelen her ne söylerse Allah’tan söyler. Her ne görürse Allah’tan görür ve her ne bilirse Allah’tan bilir. Yüce Allah kimden benlik perdesini kaldırırsa, o kimse maksuduna ermiş olur. Gerçek irfan makamına varır ki, bu makam arifler topluluğu makamıdır. Ariflerin makamı berrak, temiz suya benzer. Temiz bir su bütün kirleri temizlediği gibi, Arifler’de her zaman temizdirler ve etraflarını da temizlemeye çalışırlar.
Şöyle bir düşünelim! Yeryüzünde bir su var, pınarın çıkışında gayet berrak, tertemiz, katkısız içenlere şifa verir. Bu su ile insanlar pisliğini, kirini temizler. Bu su, ağaçlara, tahıla, meyvalara, sebzelere ve toprağa hayat verir. Bulunduğu her yere akarken, gittiği yollarda olan pislikleri de götürerek temizler. Ne yazık ki o güzelim temiz su, bizi ve Dünya’yı temizlerken, kendisi de kirlenmiş olur. Bir başka su da var ki yerin altında, hiç yeryüzüne çıkmıyor. Tertemiz berraklığını bozmuyor. Bu iki suyun arasındaki perde yerdir, topraktır.
Aynen insanda olan nefsiemare gibi. İşte bu toprak denen perde, aradan kalksa, bu iki su birbirine kavuşur, kirlenen su da biraz olsun daha temiz olur.
Alevi inancında yola ikrar vermiş, şeriat, tarikat, marifet kapılarından geçmiş, kemâlete ermiş, mümin canlarımız vardır. Bu birinci kademelerde pişmiş, kemalete ermiş canlarımız, Allah’ın rızasını kazanmak için ıslah-ı nefis olup, kötülüklerden arınmaya çalışırlar. İkinci kademe, Allah’ın birliğine şeksiz, şüphesiz ikrar verip ikrarına bağlı kalmaya özen gösterirler. Üçüncü kademede tamah’dan, benlik’den kurtulup turab olmak ve nefisle mucadele ederek Ruh’u temizlemeye çalışırlar. Bütün amaç; bu imanla, itkatla evreni meydana getiren “Künt-ü Kez” denilen o gizli hazineye ulaşmaya çalışırlar.
Çünkü evrende var olan her şey, o tek olan bütünün tüm sırlarının yansıması ve cemalinin aynasıdır ki, bu da Hak(Allah) diye adlandırdığımız kudretin ta kendisidir. Bu gibi müminler bilir ki Tanrı, evrende ne yaratmışsa, onların benzerini insanın nefsine bağlamıştır. Fakat Nefs-i Amare örtüsü Hak’ka giden yola perde çeker. Mümin bu hicap örtüsünü aradan kaldırırda, nefsi mütmaine ile evrene bakabilirse, var olan ilahi alâmeti ve Hakkın hikmetini nefsinde görür. Bu gibi hallerde. Tanrısal gerçeği görmeğe adım atmış olur. Hiçbir zerre yoktur ki, onda Allah’ın nuru olmasın. Yani her türlü münacaatı o nurun yüceliği nedeniyle kabul eder. Muhibin gönlünün açılması, sabırla, niyazla, teslimiyetle olur. Eşya-yı mahlukat, Hak’tan ayrı değildir. Yaradılmış nesneler, yaratıcı Nur’un aynasıdır. Yaratıcıdan ayrı değildir. Hak ile kulun arasındaki hicap perdesi yine kulun kendi nefsi amaresidir.. Allah, zerreden güneşe, katreden ummana kadar, her yerde vardır.
Şöyle ki, temiz emel ve temiz ilim suyu ile, nefisini temizleyemezsen, doldurma suyla değirmen dönmez misali; Haram lokma karışmış medreselerde, eğitim yuvalarında nefsin temizlenmesi mümkün olmaz. İşin hakikati, batın ilminin suyuyla içten içe mecburen nefsi temizlemek gerekir. Kelime-yi tevhit geleneği ile perdeyi ortadan kaldırmak gerekir ki “zâhirî ilim suyu” ile “bâtınî ilim suyu”nu birbirine karıştırarak zahir ilminin suyunu da nispeten temizlemeye çalışılsın. Demek ki perde olan nefistir, hükmeden de nefistir. O zaman Nefs-i amare’yi, nefs-i mütmaine’ye çevirmemiz gereklidir. Mistik düşünce denilen tasavvuf inancı. Her şeyden önce gönülden Allah’a giden yoldur. Tanrısal cevher ile İnsani Kâmil birlikteliğini sağlayan, insanın yaratıcı ve yaşatıcı kudretle temasa yönelik derin yolculuğa sevk eden “Tefekkür” inancıdır.
“Bilim adamı Psikolog Jung’un dünya’ya açık ve net seslenişi vardır. “Moderin ilim ve Psikoloji henuz tevhidin ve tefekkürün yarattığı mucizeyi çözememiştir”. Çözemezde.
Kur’an Kaf süresi ayet 16: “Biz insana şah tamarından daha yakınız” Bunun hikmetini henuz hiç kimse çözememiştir.
Bütün semavi dinlerdeki tasavvuf inancının özü, hiçbir şekil, kural, şart tanımadan nihaî tek hedefi; varlığın birliğidir, yani “Vahdeti Vücut”tur. Var olan ve şu an var olmaya devam eden yalnız o yüce Allah’tır. Ona olan aşk ve birlik bilinci, var olan ruhu yönlendirir. Bugün Anadolu’da, tasavvuf inancı ile inanma ve tapınma sistemine de Alevi inancı deniyor.
Bütün dinlerde, genel çerçeve içerisinde insanların anlayacağı dille, yalnız asgari müşterekler öğretilir. Bunların ötesinde gelişmiş benlikler ile ilgi kuracak sonsuz bir ruh ve bilgi alanı vardır. Bu alan, şeriatın verdiği asgari müşterekler değildir. Tefekkür ve iman ile gidilen derin, sonsuz birlik alanıdır. O birlik alanına giremeyen, o irfan meydanından nasibini alamayan, huşu içerisinde transa geçip Hakk’a yaklaşamayan bunu anlayamaz ve bilemez. Yüce Allah, hepimize bu gönlü ve o imanı versin! O anı yaşamayı nasip etsin!
Hak ile tanışıp dost olmak için, kişinin önce kendi özünü bilmesi gerek. Hz. Ali’ye sorarlar: “Ya Ali, Tanrı dediğimiz kutsal varlığı nasıl görüp tanıyabiliriz?” Bakın, Hz. Ali ne güzel, net bir cevap veriyor: “Her kim kendini bilirse Tanrısını da bilmiş olur. Bu konuyla ilgili olarak bakınız Hz. Muhammed de ne söylemiş: “Nefsin temizlik marifeti, nefsi bilmektir, o da davranışa bağlıdır. Davranış iki şekilde olur; biri ilim etmek, az konuşmak. (Terk-i kelâm) diğeri de az yemek (Terk-i taam)dır. Bundan maksat, beşeriyetten kısmen uzaklaşarak, inzivaya çekilip, kendi nefsini terbiye ederek Hak’ kın varlığına teslim olmaktır”.
1950’den evvel ki köy Aleviliğinde, herkesin Mürşidi, Pir’i, Rehber’i her sene köye gelirdi, kendi talibinin görgüsünü, sorgusunu yapardı. Fakat kentleşmeyle beraber, zaman ve şartlar değişti, bu ortamda her sene taliplerinin durumlarını kontrol eden, Müsahiplik erkânını yapan ve görgü Erkânını yapan, ikrar alacak Pir’de kalmadı. İkrar verecek talip kalmadı diyebiliriz. Bu ikrar bağları büyük bir oranla ortadan kalkmış denilebilir. Elbette ki, azınlıkta dahi olsa, bu ikrar bağlarını devam ettirenler vardır. Onları saygı ile anıyoruz. Onlar kendi Pir’leri ile bu erkânlarını yürütüyorlar. Onların haricinde, çoğunlukta olan, ikrar bağları kopmuş ve biribirini kayıbedenlar hepimizce bilimektedir. Birbirlerini kaybeden, Pir, talip için. İmam Caferi Sadık Buyruğu, şu yolu gösteriyor. İlk ikrar verilen pir hakka yürümüş ise, kardeşlerinden veya evlatlarından o göreve layık kimse yoksa. Bu şekilde Pir’ine ulaşamayan ister Seyyid olsun. İster yol evladı talip olsun. Yaşadığı yörede, tanıdığı, bildiği, bu erkânları yerine getiren bir evladı Resul, ilmi alim, nefsi selim bir Pir’e ikrar vererek teslim olup, yola talip olmalarında, görülmelerinde hiçbir sakınca yoktur. ?
Biat, (İkrar) hiç bir zaman bir adama bağlı olarak kalmamıştır. Hz. Muhammed’e üç kere biat edilmiştir. Birinci Akabe biati, ikinci Akabe biati, üçüncü Hüdeybiye biatları ki bu olaylar biatin devamlı olduğunu kanıtlayan olaylardır. Biatin Hz. Muhammed’e yapılması ve ondan sonra da Kadiri hum bölgesinde Hz. Ali’ye biat edilmiştir. layık olan kişilere yapılmasını Kur’an-ı Kerim’de açıkça şöyle ifade ediliyor:
Şura Suresi’nin 23. ayeti: “Ey habibim! De ki: Ben size getirdiğim bu Hak din için, sizden hiç bir ücret istemiyorum. Yalnız ve yalnız Ehli Beytime İkrar verip bağlılığınızı (Biatınızı) istiyorum”.
Maide Suresi’nin 35. Ayeti : “Ey inananlar! Allah’tan sakının, ona ulaşmaya yol, delil (REHBER) arayın. Onun yolunda (İkrar verin ki) kurtulasınız.”
İşte bu inançta olan Aleviler, peygamber soyundan gelen olgun, nefsine hakim, İlimde ve itikatta güvenilir bir Pir’e bağlanmakla doğru yolda olduklarına inanırlar. Burada Maide S, 35 ayeti, Açıkca ifade ediyor. “Allah’dan sakının,Allah’a ulaşmaya kendinize yol, delil, Rehber arayın, bulun. Allah yolunda ona ikrar verinki kurtuluşa eresiniz.” Bu ayete göre her şahıs kendi verdiği ikrardan sorumlu olduğunu ifade ediyor.
Alevi inancında ki İkrar makamları
1- Sünnet olurken Allah’ın birliğini tanıma ikrarı
2- Evlendiğin zaman, Allah adına eşine verdiği ikrar. ?
3- Rahber’ine Verdiği ikrar.
4- Müsahibine verdiği ikrar.
5- Alevi Ehlibeyt inancına, yoluna talip olma ikrarı.
6- Pir’ine verdiği ikrar.
7-Hak’kın ölmeden evvel ölünüz emrine uyan, görgü erkânında yakasız gömleği giyip, hiçbir canlı ve cansız varlığa zarar vermeyeceğine yeminle verilen İkrar. Alevi toplumunun Şefvaf ve temiz bir toplum olmasını sağlar.
8- Mürşüd’üne verdiği ikrar.
Ehl-i Beyt soyundan gelen 12 İmam’lar ve onların soyundan gelen Seyyid’ler, 7. yüzyılın başlarından bu güne kadar, Alevi İslam inancıyla (Avamı) ıslah edip, kötülüklerden arındırmak için, zâhirî inançsal kurallar ve erkânlar düzenlemişler. Bu kurulan Alevi yol ve erkânın da. “El-ele, el-Hak’ka”, talip, Pir sistemi ile. Dört kapı, kırk makam erkânıyla. İnsanları irşat ederek, kötülüklerden arındırmaya çalışmışlar. İnsanı kâmil aşamasına yol açan ibadet sistemini kurmuşlar. Bu kurulan erkân düzeni, Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin ve onların soyunda gelen İmam’ların uyguladıkları tevhit yoludur. Ceddimizin ve ulu Pirlerimizin bu güne kadar yürüttükleri ve taşıdıkları yol ve erkânımızın bir başka benzerine rastlayamadım ve rastlayamazsınızda: Bu kutsal inancımızın zâhirî yönüyle, bugün, 20. yüzyılda dahi; ırk, din, dil, cinsiyet farkı gözetmeden, insanların kardeşlik ortamı içinde, dostça yaşamalarını sağlayan inancıdır. Ehlibeyt Alevi İslam dinini yaşayan toplumlara Aleviler denir. Saygılarımla. Bu program 12/07/2020 tarihinde televizyonda anlatıldı.