Yaşam Öyküsü

SEYYİD DERVİŞ TUR’UN YAŞAM ÖYKÜSÜ

Nüfus kaydına göre, 10/11/1936 yılında Erzincan’ın Çayırlı kazasına bağlı Başköy’de doğmuşum. Baba ve Anne her iki tarafta Şah Mansur, (Baba Mansur) soyuna mensuplar. Babam Seyyid Haydar Dede, dördüncü kuşakdan Seyyid Keko’yu Rahberin torunudur. Annem Elif Ana, Çayırlı’nın Gelengeç köyünden Şah Mansur ocağında Seyyid Kasım’ın abisi Seyyid İbrahim’in kızıdır. Normalı soyumuz Tunceli, Mazgirt kazasının Moğundu köyünde dağılmış’sada, anlaşılıyor’ki en az onbeş kuşak evvelinde büyük dedelerimiz bu bölgelere yerleşmişler. 1939’a kadar Dedem ve Babam, bu bölgelerde’ki taliplere inançsal hizmetlerden bulunmuşlar. Erzincan’ın 1939 depreminde biz Başköyde oturuyorduk. Çok iyi bu gün’ki gibi hatırlıyorum.
Depremden altı ay sonra biz Erzincan’ın merkeze bağlı Mitini köyüne göçtük. Ben 1944 ile 1949 yılları arasında ilk okulu Mitini köyünde okudum. Biz 12 yıla yakın Mitini köyünde oturduğumuz zaman içinde, Babam Haydar Dede, her yıl dokuzuncu ayda cemlere başlardı. 21 Mart Nevruz cemi sene’nin son cemi olurdu. Bu cemlerin %90’nı Görgü cemleri olarak yapılırdı. Benim çocukluk zamanımın inançsal temeli, bu cemlerde atıldı.
Ailemiz aralık 1950’de Ankara’ya göç ettikten sonra’da İnançsal hizmetler köydeki kadar olmasada Ankara’da da yaşatıyorduk. Ben Askeri ağır bakım çırak okulu’nun otomobil tamir bölümünde 1951’den 1954’e kadar üç yıl çalışarak meslek eğitimi yaptım. Ondan sonra Ankara da şahsi tamirhanelerde tamircilik işlerinde çalıştım. 25/08/ 1955 Tarihinde Şofor ehliyeti aldım. Taksi şoförlüğü yaptığım sırada 23/04/1956 yılında evlendim. Asker’e gidinceye kadar taksi şoforluğu yaptım. 20/09/1957 tarihinde askere çağrıldım. Acemi Askerliğimi 45 gün Manisa askeri eğitim merkezinde yaptım. Benim Ankara şofor ehliyetim olduğu için, beni İstanbul karnizon kumandanı Kor General Hayati Ataker’e şofor olarak gönderdiler. Askerliğimi Generale iki yıl şoforluk yapmakla bitirdim.
Askerden geldikten sonra Ankara’da bir zaman taksicilik yaptım. 1961 Nisan ayında DSİ
Devlet su işleri makine ikmal dairesinin makine bölümünde işe girdim. Devlet su işleri makine bölümünde çalışırken, Yıldırım Beyazit lisesi akşam okuluna de vam ediyordum. Amacım makine mühendisi olmaktı. Bu zaman içinde de Almanya’ya devamlı vasıfsız işci gönderiliyordu. Bende birkaç defa niyet ettim. Fakat benim işyerinde konumum çok iyi, Mazot ponpaları, katarpil ve genaral motorları bölümünün formenliğini yapıyorum. Onun için Almanya’ya gitmeği pek istemiyordum. Fakat ne yazık ki kaderde varmış’ki; Rahmetli Kasım abim Almanya’da izine geldi. Kendisi’de benim işimin iyi olduğunu bildiği halde, bana Almanya’ya gelmemi tavsiyede bulundu ve beni iknâ etti. Ondan sonra Köln’de Fort fabrikasında çalışan kardeşim Hüseyin bana istek yaptı Almanya’ya gelmeme yardım etti.

ALMANYA’YA GELİŞİM:

Böylece 1966 yılının Mayıs ayında Almanya’nın Köln şehrinde bir konserve kutusu yapan fabrikaya işci olarak geldim. Fakat geldiğime çok pişman olmuştım. Hem parası Türkiye’de Devlet Su İşlerinden aldığım paradan az. Hemde sekiz saat durmadan kutu taşıyorum. Çok zoruma gidiyordu. İşte Almanya serüvenim böyle başladı. Neticede, ya mesleğimde iş bulacağım, veya Türkiye’ye geri döneceğimi kafama koymuştum. Nihayet kardaeşim Mart 1967 tarihinde bir gazete’de Dizel motorları tamir ustası aranıyor ilanını görür. O ilanı bana getirdi. Telefon ettik, cumartesi gelin görüşelim diye adres verdiler. Adres, “Siegburg kazasının Hennef isminde bir köyü. Ben Ankarada Almanca’ya tercüme ettirdiğim diplomamı ve bonservislerimi yanıma alarak Hennef’e verilen firma adresine gittik. Oradaki teknik sorumlu benim belgelerimi okuyunca, tamam işe alıyoruz. Fakat üç ay içinde beyenmezsek işten çıkarırız şartı ile işe başladım. O Alyos Gilyam firmasında Dizel motoru ve Kamyonların tamir ustası olarak üç yıl çalıştım. Üç oğlum var, Yusuf ile kenan Türkiye Ankara doğumlu, Erdeğan Almanya Siegburg doğumlu, yedi tanede torunlarım var.
Sene 1969 Türkiye’deki Varan otobüslerin sahibi Nevzat bey, EL.T.U uçak firmasıyla anlaşarak, Almanya’nın Düsseldorf şehri ile İstanbul ararasına hafta sonları cumartesi- Pazar günleri olmak üzere işci seferleri başlattı. Ben 1969’da tamirhanede çalışırken hafta sonlarıda heimlarda Türk işcilerine uçak biletleri ve Export eşyaları satmaya başlamıştım. Nihayet 1970 yılının ikinci ayında çaliştığım firmadan istifa ettim. O tarihden sonra kendimi tamamen ticarete verdim. 1970’de bir tanıdığımın beraber yaşadığı Alman kadını’nın üzerine Dillenburg denen kazada dükkan açtım. Dokuz yıl Dillenburg’da esnaflık yaparken 1972’de İstanbul Nişantaş Vali Konağı caddesinin üstünde Avrupa Galerisi İsminde, abim Kasım ile Ortak bir mağaza açtık. Almanya’da benim şahsıma 1975’de ticaret ruhsatı verilince, 1975’in sonunda İstanbul’daki dükkanı kapattık. 1977 yılında da, Rüsselsheim’da halen oturduğumuz evi satın aldık. Fakat ancak 02/03/1979’da Rüsselsheim’a taşındık. Rüsselsheim’da aldığımız evde aynen Reisebüro ve Exportu içinde olan, yiyecek marketi olarak 2000 yıllarına kadar çalıştırdık. Buraya kadar olanlar bizim ailemizi yaşatmak için yaptığımız çalışmalar. Bu işleri yaparken birde manevi yönden, inancımız, felsefemiz ve kültürümüz için olan çalışmalar var.
Biz Türk’ler hepimiz, Almanya’da iki veya üç yıl çalışıp biraz para kazanınca, tekrar Türkiye’ye geri döneceğiz niyetiyle gelmiştik. Fakat düşünüldüğü gibi olmadı. Gelenlerin %95 geri dönmedi. Almanya’da kalıp çalişanlarında tek hedefi para biriktirmekti. Seneler geçtikcede bir çoğu ailesini ve çocuklarını getirdiler. Bu para kazanma hırsıyla onbeş yirmi yılın nasıl geçtiğini kimse fark etmedi. Yıl 1985’e gelmişti. Türkiye’de de 1980 yılında Kenan Evren devrim yapmıştı, 68 kuşağı ve o günün solcuları ekseriyette Avrupaya yerleşmişti. Avrupa’daki sol idooloji en yüksek derecede hükmünü sürüyordu. İşciler arasında aklı kesen birçok kişiler, başladılar bizim inancımız nedir? Gelecekte çocuklarımız felsefesini, kültürünü inancını tanıyamayacaklar. İleride Yahova’yamı, sunnileşme’yemi, katolok veya Evangeriş’emi nereye giderler ve ne olacaklar kuşkusu Alevi toplumu arasında gündeme gelmeye başladı. 1984’de Nortrein Westfalen Ayaletinde Çocuk hapishanelerin’deki 18 yaş altındaki çocokların %60’ı Alevi çocukları olduğu’nun söylemi, düşünebilen Alevileri bu yönde daha’da duyarlı davranmaya yönlendirdi.

EHLİBEYT ALEVİ İSLAM İNANCIMIZ İÇİN BAŞLATTIĞIMIZ ÇALIŞMALAR

1986 yılının birinci ayı bizim Rüsselsheim’da Çorumlu bir müşterimizin düğününe gittik. Oturduğumuz masaya tanımadığımız bir aile geldi oturdu. Tanışma faslına geçtik, beyefendi Çorumlu Ankara Gazi eğitim mezunu öğretmen kökenli olduğunu anlattı. Bende kendimizi tanıttım. Tanışmamızdan sonra sohbet ederken, Avrupa’da Alevi çocuklarının durumları ne olacak? Diye söze başladıksada, düğünün kalabalığında pek konuşamadık. Düğünde beraber kalktık bize geldik. Alevi inancını nasıl bir çalışmayla, tekrar Alevi toplumunun içinde yaşama geçirebiliriz ve Alevi çocuklarına ne şekilde yardımcı olabiliriz, muhabetiyle gece haylı ilerlemişti. İsmail bey giderken, bir ay sonra bacanağım gelince sizinle tanıştırmak istiyorum. Sizde istermisiniz? Bizde tabi memnuniyetle bekleriz dedik ve musafirimizi yolculadık.
Arada bir’mi, iki ay’mı geçti, İsmail bey telefonda müsahitmisiniz Derviş bey bu akşam size gelebilirmiyiz? Bende buyurun bekleriz deyince, bir saat sonra bacanağı ile beraber geldiler. Hâl hatır sorduktan sonra, hemen Alevi çocuklarının geleceği ne olacak? Alevi toplumu böyle giderse inancını kaybedecek. Buna çare bulmak lazım. Ama ne yapabiliriz? İsmail beyin bacanağı Nordrein vesfalen’da olan hapishanedeki Alevi çocukların durumunu anlattı. İsmail bey, Alevi inancını Almanya’da yaşatabilmemiz için dernek modelini önerdi. Ben, Alevi Ehlibeyt inancını dernekle değil de Dergâh kuralım diyorum. Benim iddiam derneklere siyaset giriyor, siyasetin girdiği yerde inanç olmaz diyerek, dernek kurmaya karşı gelmiştim. İsmail bey Dergâh yönetecek Dede’miz yok, bilgimiz yok, biz kimlerle Degâh’ı yürüteceğiz, mümkün değil diyor. Ancak dernek kurabiliriz diyerek beni ikna etti. Nasıl kimlerle kuracağımızı haylı konuştuk. Sonunda şu karara vardık.
Bir ufak toplantı ile biraz alevi canları toplayalım, düşüncelerimizi anlatalım, bakalım Alevi toplumu bizi destekliyormu? İsmail bey, ben Wiesbaden’da Ahmet Aydemir isminde bir öğretmen tanıyorum. Ben ona haber veririm, ben’de Mainz’de birkaç kişi getiririm. Sende burada Rüsselsheim’da birkaç kişi topla bakalım bizim düşüncemize ne diyecekler, ona göre hareket edelim. Neticede belirttiğimiz tarihde, oğlum Yusuf’un Kaffeteryasının altında 23/02/1986 tarihinde 15 kişi ile toplandık. Gelen canların hepside çok iyi düşünmüşsünüz hepimizde size yardımcı oluruz değince, bizde bunun devam edeceğine inandık. Herkes kendi çevresine haber versin, bir ay sonra barada tekrar toplanalım, kararı vererek dağıldık.

DERNEK KURMA KARARININ ALINMASI

Bir ay sonra aynı yerde 70 veya 75 kişi ile toplandık. Herkes aynı coşkuyla bizde varız düşüncesiyle dernek kurma kararı aldık. Kurucu yürütme kuruluna, İsmail Yağlı, Ahmet Aydemir, Derviş Tur seçilmiştik. Veli ocakloğlu’da Almanca yazılarımızda yardımcı olacaktı. Bu arada çok toplantılar yaptık, yaptığımız toplantılarda devamlı bizim solcuların baskı yapmaları, toplantılarımızı sabote etmeleri ve bizleri tehdit etmeleri, bizlere çok sıkıntılı günler yaşattı.
Neticede 06/12/1988 tarihinde Mainz, Rüsselsheim, Wiesbaden Alevi Bektaşi derneğinin resmi kuruluşunu gerçekleştirdik. Bizler 1967’den, 1991 yılına kadar çok vilayetlere giderek Almanya’nın her tarafında Alevi dernekleri kurulmasını Alevilik hakkında seminerler vererek Tavsiyede bulunduk ve yardımcı olduk. Bizim yardımımızla kurulup resmiyetini kazanan dernekler: Mainz, Frankfurt, Köln, Dortmund, Kassel, Diusburg Stadallendorf, Heilbron, Filderstad, toplam dokuz dernek oldu. Biz dahada hızlı çalışmaya başladık. Bu derneklerin kurulmasına sebep olduğumuz için, kendimizi dahada sorumlu saydığımızdan dolayı, durmadan her hafta bir yerde seminer veriyoruz. Yıl 1989 ikinci Hızır ayı. Ben, Ahmet Aydemir, İsmail Yağlı ve Musa Bakır. Kassel derneğine Hızır’ı ve Hızır orucunu anlatmaya gitmiştik. Kasel derneğinin ekseriyette üyeleri Erzincan’lı. Diğer 3/1 ide Çorumlu Canlarımız. Diğer bir azınlıkda diğer Vilayetlerin insanları.
Dortmund derneği üyeleride ekseriyette Çorumlu. Kassel’daki Çorumlular ile akrabalıkları var. Duymuşlarki Hızır Aleyhi Sellem hakkında seminer verilecek. Büyük bir kalabalık Dortmund’da Kassel’a gelmişlerdi. Biz konuşmalarımızı bitirdikten sonra sohbete girdik. Dernekde Corumlu, Erzincanlı. Erzurum Ğınıs, Tunceli’li Sıvaslı üyeler vardı. Sohbet sırasında herkes bizin köyde veya şehirde uygulanan Alevik yirmi dört ayar, derken Çorumlular ile Tunceliler arasında kısa bir tartışmalar başladı. Ben buna çok üzülmüştüm. Pazar günüde Heilbronda toplantımız olduğu için, gecenin geç bir vaktide olsa evlerimize dönmek mecburiyetindeydik. Kassel’da yola çıktık bizim arabayla bende şoforluğunu yapıyorum, Frankfurt’a doğru geliyoruz. “Ben o yersiz tartışmalara çok üzüldüğüm için. Arkadaşlar Biz Alevi inancına ve Alevilere faydalı olmak için bu yola çıktık. Bu gün burada gördümki, bizim faydamızdan fazla zararımız olacak. Gelin, yol yakınken biz bu Alevi meselesini kapatalım. Görmedinizmi Herkes kendi memleketinde gördüğü Alevi kutsal değerlerini diğerlerinden üstün görüyor. Böyle giderse Alevi inancı parça- parça olacak. Eğer bir üst kurul kurup dernekleri bir çatı altında toplamazsak. Faydamızın yerine zararımız olacaktır. Ben böyle konuşunca Musa Bakır arkada, Başkanım, o senin dediğin birliği sağlayan kuruma Federasyon derler dedi. Artık Frankfurt’a kadar Federasyonun faydalarını konuştuk. İşte o gece o arabanın içinde Federasyon kurma kararı alındı.

MAİNZ WİESB ADEN RÜSSELSHEİM BÖLGESİNDE İLK ALEVİ SEMİNERİ:
Biz Almnya’nın her tarafında Alevi derneği kurmak için durmdan seminerler verirken, kandi kurduğumuz dernek de Alevi tarihi veya inancı hakkında henuz hiçbir toplantı veya seminer yapmamıştık. Onun için 02/04/1989 tarihinde Astheim Bürgerhaus’da ALEVİLİĞİN TARİHİ GEÇMİŞİ adlı bir seminer yapmayı kararlaştırdık. Seminer kararrını aldıktan sonra, el ilanları basatırdık, bütün Alevilerin ev posta kutularına attırdık. Bunu duyan bazı siyasi örgütler; “Bu anlattığınız toplantıyı sakın boş bulunupta yapmayın. Eğer dinlemezde yaparsanız, biz orayı bombalarız, kan gölüne çeviririz. Bunun sorumlusuda siz olursunuz”. Diye telefonla peş-peşe tehdit ettiler. Bunun üzerine bizim yönetim arkadaşlarında bazıları vazgeçmek istediler. Hatta bu arkdaşlar Ailelerini, çocuklarını toplantıya getirmediler. Fakat ben ve İsmail Yağlı toplantı yapma kararından vaz geçmedik. Ne olursa olsun biz bu toplantımızı yapacağız diye dayattık. Zaten bu seminerin yapılmasını ben istemiştim. Hatta salonu ben tutmuştum. Bütün sorumulukta bende. Onun içinde kara-kara düşünmeye başladım. Ya toplantıyı basar, olay çıkarırlarsa; Bir yaralama veya ölüm olursa ben nasıl altında çıkarım? Nasıl bir tedbir alabilirim diye kara- kara düşünürken, Aklıma Maraş Pazarcıklı Karate kulübü olan İbrahim’le Harabi derin ailesi geldi. Bizim Reisebürodan olsun marketden olsun bizim müşterilerimiz, kendilerini çok iyi tanıyorum. Onlara gitmeyi düşündüm ve gittim.
İki kardeşide bir arada yakaladım. Kendilerine durumu anlattım. Bu durum karşısında bizim toplantımızı korumalarını istedim. Sağ olsunlar her iki kardeş de tamam korumayı koruyalımda bizim siyah kemerli karatercilerimiz ekseriyeti Sunni çocukları, onları getirirsek olurmu? Ben tabii olur dedim. Yalnız Sanki piste çıkıyorlar gibi herkesin Beyaz gömleği ve siyah kuşakları takılı olsun ki, önceden bizim tedbir aldığımızı görürlerse, belki cesaret edemezler. Harabi’ye, ben sana işaret ettiğim adamın sağına soluna bir karateci koy. Onları tenbih et. O yakınında duran kişi veya orada başka bir kişi uygunsuz hareket ederse, etkisiz hale getirsinler ve dışarı atsınlar. Karaterci Derin kardeşler aynen tenbih ettiğim gibi Toplantıya 14 siya kemerli karaterci genç getirdiler. Benim işaret ettiğim kişilerin sağında solunda bekci gibi toplantının sonuna kadar beklediler. Hiçbir taşkınlık veya olay olmadı. Fakat çok acı bir şey, Alevi Anne Baba’yı, Sunni çocuklarıyla, Alevi çocuklarından koruyorum. Toplantı dağılırken tehdit edenlerin başı, “Derviş tur sen bekle ben bu hesabı senden sorarım diyerekten gitti”. O adam şimdi dernekte bende dedeyim diye geziyor. İşte böyle dede müsfettesi çıkarcılar töredi. Şimdide Alevi ve birde dede ismiyle bilgisiz gençleri yanlışa yönlendiriyorlar. İsmail Tanyeli bizim bu toplantımıza gelmişti. Bu toplantıda ben Avusturya’da dernek kurdum. Fakat benim ne cem yapacak dedem, nede Aleviliği anlatacak kimsem yoktur. bana yardımcı olurmusunuz? Diye ricada bulundu. Bizde sen git hazırla bize bildir. Biz geliriz diye kendisine söz vermişik.

AVUSTURYA’YA GİDİŞİMİZ

Bu arada üç hafta sonra Avusturya’ Sandbölten şehrinde İsmail Tanyeli kurmuş olduğu Alevi derneğinde bizden Seminer ve Cem yapmamızı için. 21/04/1989 İsmail Tanyelin’de bir davetiye, sevgi, saygı, selam. Arkasında “sizi 12/05/1989 tarihinde derneğimizde Alevilik hakkında bir seminer ve arkasına bir Cem yapmanızı rica ediyoruz. Aynı tarihde Sizleri burada ekliyoruz.” Ben gelen mektuu yönetim toplantısında okudum. Kimse itiraz etmedi ve gitme kararı aldık. Biz gitme hazırlığı yaparken, 10/05/1989 Perşembe bir telefon Avusturya’da bibimin oğlu Aliriza engin, “Dayı burada Erzincan’lı İsmail Tanyeli İsminde bir kişi buraya Alevi derneği açtı. Almanyada bir gurubun gelip Cem yapacaklarını, Alevi inancını anlatacaklarını yazılı olark her tarafa ilan etti. Bu gece Viyana’da gelen bir gurp solcular evini bastılar, oğulları yetişmeseymiş öldürürlermiş. Şmdi baba oğul yaralılar ve hastahanedeler. Dayı sakın gelmeğin hayatınızı tehlikeye sokmayın. Şimdi de evlere yazılı bildiri yapmışlar, Kim o ceme giderse orada ölüsü çıkar, çünkü orayı bombalayacağız diyorlar”. Tamam yeğenim, durum bu derece tehlikeli ise belki bizde gelmeğiz, diye cevap verdim ve kapattık.

Ben bu konuşmadan sonra düşünmeye başlayınca, Eşim Zöhre hanım fark etmişki, Ne oldu telefon kimden geldi diye israrla sordu. Onun düşündüğü soldan devamlı Tehtit telefonları geliyor, acaba yine onlardan birimi: Ben kendisine bu telefon Avusturya’da olan Bibimin oğlu aliriza’dan, Aliriza Avusturya’ya gelmeyin diyor. Eşim Niçin? Ben kendisine telefonda duyduklarımı anlatınca, oda biraz düşündükten sonra, “Sakın ha! Geri adım atmayın. Ne olacak Hz. Hüseyin’ide Küfe^ye çağırdılar, kerbeladan da bu inancı yok etmek için şehit ettiler. Bizim kanımız Hz. Hüseyin’in kanındanmı kırmızı! Hz. Hüseyin Kerbelada başını vermeseydi, Ehlibeyt inancı belkide bu güne kadar yaşatılmazdı. Hz. Hüseyin’in başını fiziki yapısının ortada kaldırdılar, fakat kutsal değerini yok edemediler. Dünya var oldukca Hz. Hüseyin’in varlığı devam edecektir”. Eğer burada geri adım atarsanız! Sol kesim daha da cesaretlenir, bizi yok etmek için, artık bütün toplantılarımızı basarlar” diyerek bana cesaret verdi.
Bunun üzerinde eşimle haylıca muhabbet ettik. İsmail Yağlı bizim dernek başkanı. Telefon edip konuyu İsmail Yağlı’ya anlattım. İsmail Yağlı’nın telefonda sesi sedası kesildi. Haylı bekledim, İsmail bey ne diyorsun? Diyince, bilmiyorum siz ne düşündünüz! Ben eşim Zöhre hanımın teklifini aynen anlatınca, İsmail bey, tamam Ana çok iyi düşünmüş, bu durumu gidecek arkadaşlara anlatmayalım. Korkup gelmeyen olursa kadromuz bozulur. Çünki bir cem yapan kadro ve birde seminer verecek kadro olarak iki kadro gidiyoruz.
11/05/1989 Cuma günü saat sabah sekiz’de Hasan Caner’de telefon. “Başkanım, Sakın gündüz gözüyle Stadt Sandpölten’e gelmeyin. Sandpölten’e 40 Km. kala yolun üstünde Şel tankşitellesi var. Saat gece 12’de biz sizi orada bekliyoruz, erken gelmeyin” diye haber verdi. Bir hafta evvel burada bizim verdiğimiz kararda Cuma günü herkes sabah saat saat 9’da bizde toplanacak ve yola çıkacağız. Ben tedbir olsun diye kullanacağım minubüsün döşemelerinin altına 9 tane kazma sapı sıkıştımışım. Ne olur ne olmaz önümüzü kesecek olurlarsa, en azında bu sopalarla kendimizi koruruz düşüncesiyle arabaya koymuştum. Yola çıkmak için Herşeyimizle hazırlanmışız. Avusturya’da Hasan Caner’de gelen telefon beni şaşırttı. Birlikte gideceğimiz ekip arkadaşlarına duyurursam, çoğu vazgeçer gelmezler. O zamanda biz Avusturya’ya gidemeğiz. Hesap ediyorum, gelen arkadaşları nasıl yapsamda onlara belli ettirmeden saat 15’e kadar nasıl oyalayabilirim! Çünki hesap ediyorum buradan saat 15’de çıkarsak, saat 24’e bekledikleri yere ancak varırız. Herkes saat 9’da geldi yola çıkmamızı bekliyorlar.
Hanıma dedim sen yemek hazırlamaya bak. Bende oyalanmak için işim çıktı dedim, dükkana indim, böylece Saat öğlen 12’ye kadar oyaladık. Hadi gidiyoruz hareketi başlayınca, Beyler, benim hanım yemek yapmış, yemeğimizi yiyelimde öyle yola çıkalım dedik. Böylece kimseye bir şey söylemeden hanımla beraber istediğimiz saate kadar oyaladık.Bunları arabaya bindirirken taksim ettik. Cem yapacak ve seminer verecek ekip benim arabama, kadınlar gazi dedenin arabasına binecekler. Tam benim arabama binerlerken kardeşim Hüseyin kazma saplarını görünce, bu sopalar ne abi? Ben böyle soru beklemediğim için evvela bocaladım. Sonra sitemli bir tavırla Arabanın sahibi koymuş bilmiyorum yerinde kalsın, bir zararımı var, sen arabaya binsene deyip işi kapattım. Bu şekil oyalayarak saat 15’de yola çıktık. Ben arabayı sürüyorum, İsmail beyde ön tarafda yanımda oturuyor. Otobanda yüz kilometre kadar gidince, ismail bey, bana söleyelim’mi diye işaret etti. Ben tamam dedim. Ama nasıl söyliyeceğiz! Arka tarafdaki canlar öyle güzel bir sohbete girmişlerki. Herkes heyacanlı kısa zamanda Almanya’nın dışına çıkıyoruz. Sohbeti bozmamak için biraz daha bekledik. Baktım sohbetin sonu gelmiyor.
Ben, Beyler biliyormusunuz biz Küfeye gidiyoruz değince, aniden ses seda kesildi. İsmail bey, canlar ne oldu bizim kanımız Hz. Hüseyin’in kanındamı kırmızı. Hz. Hüseyin’inde fiziki bedenini ortada kaldırdılar, ama Hz. Hüseyin, dünya varoldukca yaşıyor ve yaşayacaktır. Bunun üzerine, ne var, ne oldu diye sorular başladı. İsmail bey, bu sorularınızı derviş dede cevaplasın, çünki Avusturya ile telefonla konuşan odur. Ben’de duyduklarımı, bildiklerimi aynen anlattım. Bazıları niye kendimizi böyle tehlikelere atıyoruz, gitmesek olmamzmı. Fakat çoğunluk İnata’da olsa, gidip bu cemi ve semineri yapmalıyız diye bize destek verdiler. Böylece gece saat 24’de beklenilen benzinciye gittik’ki İsmail Tanyeli hastahane’ye imza vererek çıkmış, başı sarılı olarak, beş arabayla gelmişler bizi bekliyor.
Bizi kendi arabalarına bindirdiler. Bizim arabalarıda götürdü sakladılar. Bizide evlere taksim ettiler. Beni yeğenimin evine götürdüler. Meğerse yeğenim İsmail Tanyeli’nin bir üst katında oturuyormuş. Sabah oldu ben daha yeni kahvealtına oturmuştum ki, İsmail Tanyeli bir telaşla içeri girdi. Başkan ım toplantı yapacağımız salona Bomba koymuşlar. Polis şimdi orada, bizide çağırıyorlar. Sofrada hemen kalktım, birlikte salona gittik ki iki polis arabası dolu polis gelmiş, salona kimseyi yaklaştırmıyorlar. Şanslı tarafımız başka devlet olduğu halde Almanca konuşuyorlar. Polis şefi Siz buraya ne yapmaya geldiniz? Diye sorunca, ben, buradaki Türkiye’li Alevi toplumuna kendi inancımıza göre ibadet yaptırmaya geldik değince, polisler birbirinin yüzüne baktılar. Polis komiseri, “Salona bomba koyduklarına ihbar var, yapamazsınız” dedi.
Ben gayrı ihtiyarı biraz gülümsemişim. Komser, ters bir ifadeyle niye gülüyorsunuz bomba var anlamıyormusunuz: Ben hayır inanmıyorum, onlar bu taktiği Almanya’da da uyguluyorlar, yalnız toplantılarımızı engellemek için korkutuyorlar. Bomba felan yoktur. Girelim arayalım ben önde gideceğim. Benim böyle korkmadan emin bir tavırla bomba yoktur demem polis komiserini cesaretlendirdi. Peki arayalım. İnanınki polisler benimle İsmail Tanyeli’nin arkasında geldiler. Salonun içini dışını köpeklerle birlikte aradık, hiçbir şey yoktu. Benim söylediklerim aynen çıkınca Polis komseri biz bu gün sizleri korumak için burda görevliğiz, sizin için daha nasıl yardımcı oluruz dedi.
Ben kendisine, sizden ricam, Kapıya bir bayan polis birde erkek polis, İçeriye gireceklerin üstünü ve çantalarını çok iyi arayarak içeriye alsınlar. Beni dahi aramadan içeriye sokmasınlar. Ondan sonra göreceksiniz hiçbir olay olmayacak. Toplantı Saat 14’den 22’ye kadar devam edeceğini ve bu zaman içinde biz evvela inanç üzerinde konuşma yapacağız. konuşmalardan sonrada ibadet yapacağız saat 22’de salonu boşatacağız diye kendisine anlattım. Komiser tamam biz buradayız, siz yapacağınız işlerinize bakın dedi. Böylece anlaşarak biz eve döndük. Saat 13’de bizde salona gittik ki, yalnız dernekte istifa etmeyen altı aile kalmıştı. Onlar salon düzenlemesini yapmışlar herşey tamam. Çevre kasabalarda dernek yönetiminin tahmin edemediği kadar ailece Alevi halkı toplanmış, dışarıda bekliyorlar. Fakat Polisler bizi bekliyorlar, kimseyi içeri almıyorlar. Ben içeri girdim baktım herşey tamam, çıktımPolise tamam içeri alabiliriz dedikten sonra, herkesin üstünü araryarak içeri aldık. Bundan sonra gelenler olursa bize haber verin, bizim haberimiz olmadan kimseyi içeri almayın diye söyledik.
Salon tıka basa doldu. Dernek yönetimide şaşırdı. Bu millet nerde haber almış bu nasıl duyuldu? Meyerse İsmail Tanyeli’nin evinin solcular tarafında basıldığını, yapılacak toplantıyı ve Cemi Avusturya radyoları ve televizyonu haber olarak birkaç defa vermiş. Bunu duyan duyarlı Alevilerden 100- 150 Kilometreden gelenler olmuştu. Biz daha konuşmaları yaparken hasan Caner bana geldi bak başkanım şu gelen gurup olayları yaratan gurup. Buraya olay çıkartmaya geliyorlar. Polislere söyle, sakın içeri almayın. Tamam dedim, hemen kapıya koştum. Onlarda gelmişler, içeri girmek istiyorlar. Polis önlerini kesmiş bırakmıyor. Ben üstlerini arayın temiz olanları bırakın gelsinler. Ben görmedim ama İsmail Tanyeli dediki sen üstlerini arayın deyince birkaç tanesi hemen geri dönüp gittiler. On kişiden fazla içeri girdiler. Ben kendilerine hoşgeldiniz dememle, cezab olarak. “Sizi T.C. mi buraya gönderdi”. Ben hayır gençler, biz Alevi toplumuyuz, Biz burada kendi Alevi inancını anlatıyoruz ve arkasınada Cem tutarak ibadet yapacağız. Bunların saçma sorularına cevap verirken, beni konuşma yapmak için kürsüye çağırdılar. Gençler ben şimdi buraya niçin geldiğimizi bu halka anlatacağım. Bir tarafa gitmeğin beni iyi dinleyin.
Ben konuşmamı artık ona göre anlatmaya mecbur kaldım. Konuşmam bitince tekrar yanlarına geldim. Gençler şimdi anladınızmı neden buraya gelmişiz. Cevap yok. Ben, gençler, şimdi biz yarım saat sonra İbadete başlayacağız. İbadet yani, Cem başlayınca kimse içeri ve dışarı çıkamaz. Siz bizimle beraber ibadet yapmak isterseniz, buyurun kalın. İbadete katılmayacaksanız ise, böyle ayakta konsre seyr eder gibi seyr edemezsiniz. Lütfen Cem başlamadan çıkın gidin. Haylı dayatmalardan münakaşalardan sonra bu gençler gitmediler. Ben günahım gibi biliyorum bunların hepside Alevi çocukları, fakat aldıkları emiri yerine getiriyorlar. Bizimle beraber Cem’e kaldılar. Bunları bir kenarda topluca oturttum. Fakat Edep Erkân etmişiz herkes dizde oturuyor. Bunların başında bir sakallı var. sırtını vermiş duvara ayaklarını uzatmış, diğer çocuklarda o ne yapıyorsa, onlarda onun gibi yapıyorlar. Kendilerine halk nasıl oturuyorsa öylece toplu oturun. Yoksa sizi burada çıkartmak mecburiyetinde kalırım. Diğer çocuklar dize geldiler o sakallı ayaklarını biraz toparladı fakat dizde oturmuyor. Kendisine, kardeşim sen niye dize gelmiyorsun diyince! Demezmi ben hırıstiyanım. Peki kilisede siz böylemi oturuyorsunuz? Bura kilise değilki. Sonra ben ibadet etmiyeceğim ki. Burası şu an ibadethane. Bizde yasak yoktur sende kendi inancına göre İbadet edebilirsin. İstersen Musa Peygambere, İsah Peygambere veya meryem Ana’ya, hangisine inanıyorsan onun hürmetine duanı yap dedim. Yalnız saygılı otur.
Belkide verilen emri yerine getiriyorlardı. O sakallı, Saka suyu almadı lokma almadı. Diğer çocuklar su’da içtiler, lokmada aldılar. Fakat hiçbir taşkınlıkta yapmadılar. Cemden çıkıyorduk ki birtanesi bana amuca tekrar gelecekmisiniz? Ne o bizi öldürmek için hazırlıkmı yapacaksınız? Yok amuca bizde Aleviyiz, biz sizi niye öldürelim. Sizi bize başka türlü tanıtmışlardı. Peki oğlum unutma 12’inci ayın 25’inde yine geleceğiz dedim. İsmail Tanyeli olayında herkes dernekte istifa etmişti. Yalnız altı yönetici aileler kalmıştı. Yılbaşında ikinci Cem’e gittiğimizde derneğin 160 aile üyesi olmuştu. O genç gurubu hepside anneleri ve babalarıyla cem’e geldiler. Siz, bizim ilk geldiğimizde neden bize karşı düşman gibi davrandınız? dediğimde. Sizin ekibin T.C tarfında sol örgütlerinin altını oymak için gönderidiğinizi anlatmışlardı. Özür dileriz, bilemedik onun için öğle davrandık. İşte Avrupa’da öyle kolaylıkla Alevi örgütlemesi kurulmadı. Bizim neler çektiğimizi yaşayanlar bilir.

FEDERASYON KURMA KARARININ ALINMASI.

Kassel toplantısında dönüşümüzde arabada aldığımız Federasyon kararını, sonradan dernek başkanlarıyla yaptığımız toplantıda nasıl kuracağımız için çalışmalar başlatma kararı aldık. 24/04/1990 tarihinde Dortmund derneğinde diğer dernek yöneticileri ile birlikte yaptığımız toplantıda Alevi Cemaatları Federasyonu kurma kararı aldık. O zamana kadar ACF. Kurucular kurulu başkanı Ahmet Aydemir, ikinci Başkan Derviş Tur, İsmail Yağlı genel sekreter. Sonra 17/06/1990 tarihinde Astheim’da yaptığımız toplantıda. “Bu iş resmileşiyor, ben Devlet memuruyum bu başkanlığı devam ettiremiyeceğim” diyerek gönüllü olarak Ahmet Aydemir başkanlıktan çekildi. Aynı toplantıda yönetim beni kurucular kurulu başkanı olarak seçtiler. Çalışmalar devam ederken 17/01/1991 Tarihinde Alevi Bektaşi Cemaatları Federasyonu Mainz Ordnungs amt tarafında resmiyet kazandığı bize bildirirldi. Ordnungsamt’en resmi kayıt belgesi Avrupa’da ilk Alevi Yapılanması kitabımın 102-103’üncü sayfasında okuyabilirsiniz. Alevi derneklerinin Almanyada ne zorluklarla kurulduğunu, Alevi Birlikleri Federasyonu’nun kimler tarafında nasıl kurulduğunu “Avrupa’da ilk Alevi Yapılanması” kitabında isterseniz genişce okuyabilirsiniz.
O devirde durmadan, şehir kasaba gezip Alevi dernekleri kuruyoruz dernekler kırk tane oldu. Ama, ben Federasyon başkanı olduğum için inancımıuza göre dini hizmetler yapamayacağımı bilidiğim için, dini hizmetler yapmıyordum. İçimizde tek Niyazi Bozdoğan Dede cem yapabiliyordu. Cenaze erkânı yapan hiçbir Allah’ın kulu yoktu. Cenazelerimiz Cami hocalarının elinde kalıyordu. Bazı kendini bilmez hocalar büyük para istiyorlardı, hemde hizmeti isteksiz yapıyorlardı. “Sağınız camiye gelmiyorda, ölünüzü niye camiye getiriyorsunuz” diyerek, Alevileri dinsiz olarak aşağılıyorlardı. Bu hizmetleri yapacak elamanlarımızın olmayışı benim çok zoruma gidiyordu. 1991’de Hacı Bektaş 16 Ağustos şenliklerine konuşmacı olarak, Kültür Bakanlığı tarafında davet edildiğim yıl, türkiye’de İnşaatımız vardı. Onun için biraz uzun kaldım. O tarihde İzmir’da oturan bizim taliplerden yazar haydar kaya ile tanışmıştım. Haydar Kaya Manisa’da Osmanlıda kalan büyük milli kütüphanede memurluk ve müdürlük yaptığını anlattı.
Bende kendisine Almanya’daki Cem ve cenaza erkanlarını bilenimiz yoktur. Benim Annem Babam Erzincan’da olsun, Ankara’da olsun, Alevi cenazeleri yıkıyorlardı. Biraz olsun onların anlatımlarında haylı duydum fakat biliyorum diyemem. Sen bazı kaynaklarda okumuş olabilirsin, bana yardıncı olabilirmisin, diye rica ettim. Haydar canımızda bana, dede ben birkaç gün sonra Manisa’ya gidince kütüphanaye gider bakarım. Hatırladığım kadar, Ehlibeyt inancı hakkında bazı kitaplar vardı. Ben bir bakım, kitap bulursam kütüphanede okumak için kiralarım ve sana telefon ederim. Manisa’ya gelirsin beraber okuruz. Sana lazım olan bölümleri kopişop’da kopyalatıp alırsın demişti. Arada bir ay kadar geçmişti ki Haydar can telefonda dede ben birşeyler buldum. Gel bak bakalım işine yarayan tarafları varsa, kopyalatıp alırsın. Ben eşim ile beraber kendi arabamızla Haydar canın Manisa’daki evine gittik. Kütüphanede iki kitap getirmişti. Yalnız ben Arapca ve Osmanlıca bilmiyorum. Anlamadığım yerleri Haydar bana tercüme ediyor ve anlatıyor.
Biz o gece enaz sekiz saat inceledik. Ertesi gün çarşıda kopi yeri bulduk ve işaretlediğimiz ikiyüz sayfanın kopi yapmasına anlaştık ve yaptırdık. Bu iş dediğimiz gibi kolay olmadı. Çok iyi tercüme gerekiyor.Ankara Dil Tarih Coğrafya fakültesinde edebiyat bölüm başkanı Prf. Nusret öztürk hoca ile tanışmıştım. Kendisine telefon edip anlattım. “Bana gönder tercüme yaparım” dedi. Bende hemen postayla gönderdim. Kendiside Hacı Bektaş kökenliydi. Bir yıl sonra Türkiye’ye gidince kendisinden aldım. Bu kitaplar ondördüncü yüz yılın baskılarıydı. Ondan sonra ben, rahmetli Babam’dan ve aileden almış olduğum birikimle beraber Beş Erkânı’n düzenlemesini ve cenaze erkânını dosya halinde yazdım. İbadet ve öğreti cem erkânını kırk dosya yaptım. Sonradan 1995’de Bilefeld’deki toplantıda bütün derneklerde ki dedelere verdik. Derneklerdeki Seyit soyunda olan dedeler cem yapmaya başlasınlar amacıyla. Çünkü derneklerde Cem yapacak, cenaze kaldıracak dede yoktu. Böylece bazı derneklerde Muharrem ve Hızır cemleri yapılmaya başlandı.
16 AĞUSTOS’DA HACI BEKTAŞ’A KONUŞMACI OLARAK GİDİŞİM
17/01/1991 Federasyonumuz resmiyetini kazanmış. Biz durmadan Alevilerin haklarını savunan basın bildirileri yazıp Cumhur Başkanı’na, Başbakan’a ve diyanet işleri başkanına devamlı gönderiyoruz. Türkiye’de Ve Avrupa’da Aleviler hakkında çıkan en ufak olumsuz bir habar çıkınca, aynı günün geceside olsa, yürütme kurulu olarak toplanıp basın bildirisi olarak tepkimizi yazılı olarak gazetelere gönderirdik. O sırada’da Türküye’de hükümet değişti. Namık Kemal Zeybek Kültür Bakanı olmuştu. 16 Ağustos Hacı Bektaş anma törenlerini Ankara’da Kültür bakanlığına bağlı Nevşehir Kültür müdürlüğü düzenliyordu ve Nevşehir’deki Sunni gençleri görevli olarak, Hacı Bektaşa gönderip onların koruması altında yapılıyordu. Kültür Bakanı tarafında bizim federasyon’a, 16 Ağustos Hacı Bektaş anma törenlerine bir konuşmacı göndererek katılmamız istenmişti. Ben o arada Türkiye’ye inşaatın başına gitmiştim. Benden sonra Alevi Cemaatları Yönetim Kurulu toplanır, Başkan’ın bu toplantıya gitmesi kararını alırlar. Kararı telefonla bana bildirdiler, ben’de kabul ettim. Ben Yönetim kurulu arkadaşlara bu teklifte bulundum. “Arkadaşlar ben katılayım ama; Biz Alevilerin Vatandaşlık hakkı konusunda ve inanç konusunda bir yığın sorunları var. Ben bunları dile getiremiyeceksem katılmamın ne anlamı var. Çünkü Anma törenine en başta olan Devlet erkanı geliyor. Ben bu fırsatı değerlendirmek istiyorum. Eğer sizde beni onaylıyorsanız katılırım”. Eğer onaylıyorsanız! Bütün isteklerimizi sıralayın, bana mektupla gönderin. Ben burada onu taktilo ile güzelce düzenleyerek basın ildirisi haline getiririm, orada’da okurum. ACF Yönetimi bu teklifimi onayladı.
Bir hafta sonra kalın bir mektup aldım’ki, Ahmet Aydemir kendi el yazısıyla çok güzel notlar almış ve bunları kendine göre düzenler okursan, güzel bir hizmet yapmış oluruz diyor. Ben oğlum Erdoğan’ın lisede beraber okuduğu arkadaşına gittim, Durumu anlattım, bana taktilonuzu bir haftalığına verirmisiniz diye teklif ettim. Fakat arkadaş babasının fabrikanın muhasebesinde görevli olduğu için taktiloyu veremem dedi. “Siz elyazınızla üzerinde çalışın, akıcı okunacak sisteme getirin. Hafta sonu Cumartesi saat dört’de fabrikaya gelin, geçvakite kadarda olsa, sen bana okursun, ben yazar bitiririm” dedi. Bana gelen notları okuyarak bir hafta devamlı üzerinde çalışıp, önerileri ve istekleri hafta sonuna kadar düzenledim. Hafta sonu fabrikaya gittik beraberce taktiloya çekip bitirdik. Artık yazı okunacak şekilde düğzenlendi. Birkaç kopysınıda yaptırdım. Başbakan veya gelen bakanlardan isteyen olursa, sıkıntı çekmeden vereyim diye.
Biz 12 Ağustos günü kendi arabamızla Hacı Bektaş’a gittik. 13’üncü günü Pir;i ziyaret ettik ve çarşıda geziyoruz. Dikkatimi çeken tarafı, görevlilere soruyorum nerelisiniz? Cevap ya Nevşehirli veya Gülşehirli Hiçbir kişi Hacıbektaş halkından değil. Türbede, kapılarda bilet kesenler hepsi Sunni gençler. Çok zoruma gitti. Belediye başkanı binasını sordum. Bana gösterdiler, hemen binaya gittik. Yanımda eşim ve iki oğlum var. Federasyon ve derneklerden hiç kimse yok. Belediye Başkanı odasını sordum. Yukarı çıkın birinci katta. Birinci kata çıktık görevli bizi içeri bırakmadı. Bırakmayınca, başkan’a söyle Almanya’da Alevi Camaatları Başkanı gelmiş sizinle görüşmek istiyor. Değince hemen buyurun diye bizi içeri aldılar. Başkan Ali Eğer’de taa kapıya gelerek bizi karşıladı.
Çay kahve haylı sohbetden sonra. Ben, Ali bey bu 16 Ağustos anma törenlerini sizmi yapıyorsunuz? Ali bey , hayır başkanım. Bu anma törenlerini, ozamanın Cumhur Başkanı Camal Gürsel, kültür bakanlığının emrine vermiş. Ankara Kültür Bakanlığıda, bizim kaza Nevşehire bağlı olduğu için, Dergâh’ın görevlilerini ve anma törenlerinin bütün görevlilerinden Nevşehir Kültür müdürlüğü sorumlu ve onlar gönderiyor. Belediyenin burada hiçbir görevi ve sorumluluğu yoktur. Başkan’a baktım, hiçbir işi ve sorumluluğu olmadığından çok memnun. Evvela eşim Zöhre hanım başladı. “Sizin hiçmi zorunuza gitmiyor? Adamlar bize dinsiz imansız gözüyle bakıyorlar, bizim kutsal bildiğimiz Pir’imizle alay ederek para kazanıyorlar. Buna niye musaade ediyorsunuz? Ali bey; “Hanımefendi, siz bilmiyorsunuz bizim elimizde birşey gelmiyor. Bu Dergah Kültür bakanlığına bağlı, bizim hiçbir selahiyetimiz yoktur. Hükümete karşı ne yapabiliriz”. Bu sohbetten sonra ben devreye girdim.
Ali bey, bu anma törenine Kültür Bakanı gelecekmi? Belediye Başkanı Ali Bey, evet başkanım gelecek değince, o zaman biz törenlerin yapılmasını belediye’ye bırakılmasını talep edelim. Ali bey, nasıl? Herkesten önce sen konuşacaksın. Sen konuşmanın içinde, Pirimizin anma törenlerinin hizmetini Hacı Bektaş halkına ve Hacı Bektaş belediyesine bırakılmasını talap edeceksin. Ayrıca’da, Bu isteğimizi dile getiren bir dilekce yazalım. Ben Federasyon’un yedek mühürünü beraber getirmişim. Bende Alevi Camaatları adına altını hem mühürlerim, hemde imzalarım diye destek verince, Belediye Başkanı Ali bey buna çok memnun oldu. Hemen konuşacağı metni bize okudu. Konuşma metninin münasip yerine iki cümle ile bu isteğimizi’de yerleştirdik. Ertesi gün 14 Ağustos’da Başkanın odasına dört saat gimseyi almadık. Hacı bektaş anma törenlerini esas sahibi olan Hacı Bektaş Belediyesinin hizmetine verilmesini arz ve talep ediyoruz diyerek, dilekceği hazırladık. Dilekçenin altına Alevi Cemaatlarının mühürünü bastım ve imzaladım. Belediye başkanıda mühürledi ve imzaladı.
16 Ağustos günü protokolda ilk konuşma Belediye başkanı konuşurken, Anma törenlerini Hacı Bektaş Belediye hizmetine verilmesini, aynen yazdığımız gibi okudu. Halk tarafında çok büyük alkış’da aldı. Sonra Kültür Bakanı Pir’e ziyarete girerken Ali beyle beraber dilekceyi kısa bir anlatımla birlikte dilekcemizi Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’e vermiş olduk. Ben hemen ayrıldım. Çünkü Lise’nin salonunda Bedri Noyan Dede Baba, Prf. Nezihe Araz, Najat Birdoğan, Derviş Tur, Bir Profosörde Azerbeycan’dan konuşmacı olarak katılmıştı. Okulun bahcesi ve salon tıklım- tıklım insan seli. Biz konuşmacılar yerimizi aldık. Protokolda Başbakan Bülent Ecevit, eşi Rahşan ecevit. Kültür bakanı Namık Kemal Zeybek. Diğer birkaç diğer bakanlar, millet vekilleri. Nevşehir Valisi bir sürü kaza kaymakamları ve Hacı Bektaş kazasının kaymakamı. Netice olarak ön protokol Devlet erkânıyla dolu. En son konuşmacıda benim. Diğer konuşmacılar Hz. Pir’in Anadoluya geliş tarihini, düşüncesini, felsefesini, inancını ve methi şahnesini yaparak konuşmalarını bitirdiler.
Sıra bana geldiğinde, Devlet Erkanına ve dinleyicilere Almanya’nın selamını söyledikten sonra, kendi adımada hepsini selamladıktan sonra, konuşmama şu ifadelerle başladım. Saygıdeğer dostlar, kardeşler; Her anma törenlerinde gelen bilim adamları ve yazarlar, Hünkar Hacı Bektaş’ın methişanasini yaparlar, uyuyan Alevilere bir uyku hapı verir giderler. Ben size, Hünkar Hacı Bektaş Veli hakkında bir şey anlatmayacağım. Anadolu Alevilerin vatandaşlık haklarını, problemlerini, isteklerini, önerilerini dile getireceğim diye söze başladım. Bu ifade inanılmaz bir alkış aldı. Bu gün istediğimiz hakların hepsini tek_tek dile getirdim.Vergi verip beslediğimiz, asker olup canımız pahasına koruduğumuz ana vatanımızda; İnançsal vatandaşlık haklarımız bize verilmiyor. Fakat dini, dili, kültürü, milliyeti bizden farklı olan Avrupa devletleri bize bu hakları tanıyorlar. Kendi ana vatanımızın hükümetlerinde de bu haklarımızı istiyoruz. Diyerek dört sayfalık uzun bir konuşma yaptım. Ben okudukca insanlar nasıl alkışlıyor tahmin edemezsiniz.
Konşmam bitince, Rahşan Ecevit, “Başkanım o konuşmanın yazılısını bize verebilirmisiniz”. Ben zaten kopiler hazırlamıştım. Tabi verebilirim dedim kalktım onların oturdukları yere gittim. Okuduğum yazıyı verirken, “Sayın Ecevit, biz sizi kara oğlan diye dağlara, taşlara yazdık. Fakat siz, Gaziantep’de olduğunuz halde, Maraş katliamına mudahale etmediniz. Alın okuyun, Aleviler ayrı bir vatan istemiyor. Ayrı bir bayrak’da istemiyor. Bizim ana vatanımız Türkiye toprakları, biz yalnız vatandaşlık haklarımızı istiyoruz: Deyince, Ecevit’ler evvela birbirinin yüzüne baktılar. Sonra Rahşan Ecevit benim elimdeki yazıyı aldı.
Ben tekrar yerime dönerken halk etrafımı sardı. Ortalık karıştı, Polisler protokoldaki Devlet Erkanı’nı güçlükle dışarı çıkarttılar. O arada bir Komser, “Beyler, salon küçük, müsade edin konuşmacıyı bahceye çıkaralım, orada tebrik edin.
Toplantı bitince, dinleyen Alevi toplunu beni tebrik etmek için topluca bahceye çıkarttı. Orada Döndü insanlara, “Beyler tebrik edecekseniz sırayla buraya gelin tebrik edin, diye hitap etti. İnanın, o insanlar tek sıra dizildi beni tebrik ettiler. İçlerinde yazarlarımızdan Rahmetli Camal Şener, Rıza Zelyurt, Şah Kulu Dergâhı Başkanı Mehmet Yılmazkaya, Karacaahmet Sultan Derneği ikinci Başlanı Hıdır Uluer, Almanya Alevi Cemaatı Federasyon Türkiye temsilcisi Süleyman Cem, Yazar Haydar Kaya evvela beni tebrik ettiler.
Sonra sırayla gelen insanların içinde, Malatya H.H.B.V Derneği Başkanı Hasan Meşeli, diyerek tanıştırnca, gitme şu sağ tarafda beni bekle dedim. Sonra İstanbul kadıköy H.H.B.K. derneği Başkanı Ülkü Mete. Onada şurda beni bekle dedim. Erzincan H.H.B.K tanıtma derneği Başkanı Mahmut Aydın ve Arkadaşları tebrik ettiler. Onlarada şurada beni bekleyin dedim. Sona yakın İzmir H.B.V. kültürünü tanıtma derneği Başkanı Ali Akdayı ve beraberinde Selahattin Özel geldi tebrik ettiler. Onlarada şurada beni bekleyin dedim. İnsanlar bittikten sonra Rahmetli ozanımız ve çok yakın köylüm, Rahmetli Ali Ekber Çiçek geldi, tebrik ederken, Ali Ekber beni tanıdın mı! Baktı! hatırlayamadım dedi. Ben, Mitini’de Haydar Dede’nin oğlu Derviş deyince, boynuma sarıldı ve duygulandı. Dedi ki ! “Bu panelde, sen Alevilerin yüzünü güldürdün, Allah’da seni güldürsün dedi.
Biz o zaman Gülşehir’de otelde kalıyorduk. Kardeşim Hüseyin’de arabasıyla izine gelmişti. Bu dernek başkanlarını ve Karaca ahmet ve şahkulu dergâh başkanlarını, arabası olmayanları biz arabalarımıza aldık. Arabası olanlarda kendi arabasıyla birlikte Gülşehirde kaldığımız otelin bahcesinde toplandık. Ben, bu arkadaşlara Almanya’da nasıl teşkilatlandık ve nasıl çalışıyoruz, teferatıyla anlattım. Kardeşim Hüseyin dediki beyler sizde burada birleşerek aynı şekilde çalışabilirsiniz. Cevap ne geldi. İnanmazsınız! Hep bir ağızda,” Burası Türkiye, biz burada sizin gibi çalışmaya başlarsak, hepimizi içeri korlar. Siz burayı Almanya’mı sanıyorsunuz” dediler. Söylediklerinde bir derece haklılık payları vardı. Ben onları anlıyordum. Çünkü halen heryerde ben Alevi’yim diyemiyorlardı insanlar. Halen Alevilere yer-yer psikolojik ve fiziksel baskılar vardı.

İZMİR NARLIDERE’DE ALEVİ İSMİ İLE KURULAN İLK DERNEK

Ben bunların bu çekingenliklerini görünce, sanki Almanya’da büyük bir yaptırım gücümüz var imajıyla, Siz korkmayın burada hükümet tarafında her hangi bir baskı gelirse, bize bildirin. Biz Almanyada İnsan Haklarına gideriz. Sizi ezdirmeyiz diyerek haylı büyük laflar yaptım. O sırada Haydar kaya, “Başkanım siz İzmirde mi kalıyorsunuz”? Evet izmir’de kalıyoruz diye cevap verince. Biz Narlıdere’de dernek kurmak istiyoruz, bize yardımcı olumusunuz? Tabi yardımcı olurum dedim. İnanın ki o oteldeki konuşma, Türkiye’deki arkadaşlara büyük güven verdi. İzmir’e döndükten sonra, Haydar kaya, İsmail tanyeli’ni ve diğer üç kişi vardı. Özdere’de bizim inşaatın olduğu beldeye geldiler. Ben Almanya’da Dernek tüzüğü kopyası beraberimde getirmiştim. Bizim Almanya tüzüğünün başlığı, Alevi Bektaşi Cemaatları kültür derneği yazılıydı. Kendilerine tüzük kopyasını verdim. Muhakkak ismini “Alevi Bektaşi cemaatları kültür derneği” olarak yazın dedim. Merak etmeyin açılışında ben konuşmacı olarak sizi destekliyeceğim. Birazda kendilerine moral verdim, gittiler.
Haydar kaya, İsmail Tanyeli ve arkadaşlarına verdiğim yüzük’de bazı gereken yerlerini ve adres yerini değiştirerek Ankara Kültür bakanlığına göndermişler. O zaman Kültür Bakanı halen, Namık Kemal Zeybek’ti. İki hafta da hemen cevap geliyor. “Cemaat kelimesini kaldırın yeniden düzenleyin geri gönderin” diye yazmışlar. Henuz iki hafta olmuştu ki, İsmail Tanyeli telefonda Başkanım Ankarada cevap geldi. Sana ihtiyacımız var bu akşam size gelebilirmiyiz. Ben, buyurun gelin diye cevap verdim. Akşam saat yedi’de geldiler. Okudum baktımki sanki kabul edilmiş, yalnız cemaat kelimesini kaldırın geri gönderin diyorlar. Tamam cemaat kelimesi olan yerleri yeniden yazın. Cemaat kelimesini çıkartın. Kurucu heyyet olarak tekrar altını hepiniz imzalayın gönderin. Arkadaşlar aynı dediğimi yaptı gönderdiler. İki hafta içinde,”Alevi Bektaşi Kültür derneği” olarak tastiklendi ve resmi tüzük olarak geri geldi. Türkiye’de Alevi ismi ile ilk ve tek kurulan dernektir.
Ondan sonra hiçbir derneğe alevi kelimesi konulaması kabul edilmedi. Onuncu ayın içinde bana tekrar bir telefon. Başkanım biz bir boş dükkanı kiraladık, orayı dernek olarak kullanacağız. Bu hafta sonu açılışını düşünüyoruz, açılış konuşmasını senin yapmanı istiyoruz. Tabii biz Cuma gününde Narlıdere’ye gittik. Bizi İş adamı Mustafa Alkan canımız evine müsafir ettiler. Cumartesi günü Av. Ali Akday ile Selahattin Özel’de Mustafa Alkanın evine geldiler. Haylı sohbet ettiten sonra, Başkanım Açılış konuşmasında neler konuşacaksın? Diye soru sordular. Bende hazırladığım konuşmayı onlara okuyunca, Başkanım bura Almanya değil, bura Avrupa değil, sen böyle Muaviye’ye lanet okursan, bu günün hükümetine ağır laflar yaparsan, başımızı derde sokabilirsin. Sakın bunu yapma, diye saatlerce israr etttiler.
Böylece gecenin üçüne kadar, bunları söyleme, şunları söyleme diye direndiler. Nihayet benim eşim Zöhre hanım, kardeşim kalkın gidin, bu adamın sabah konuşması var, yeter artık. Asarlarsa bizi assınlar, lütfen gidin. Onlar gitti bizde yattık. Saat dokuzda kalktık ki evsahibi kahvealtı masasını hazırlamış bizi bekliyorlar. Kahvealtımızı yaptık, sonra derneğin olduğu yere bizi götüdüler, açılış toplantısının saatı 14. Biz 12’de oraya gittik’ki haylı insanlar’da toplanmış. Selahattin özel ve Ali Akday’da gelmişler. Benden evvel İsmail tanyeli ve Haydar Kaya ile görüşmüşler, Selahattin Özel’de konuşacakmış. Benim bundan haberim yoktu, bana söyledilediklerinde, Ben ikinci bir konuşmacının olmasına memnun oldum. Ben o açılış konuşmamda yazdıklarımın hepsinide okudum. Polislerde, komserde dinlediler. Çok yakınında olan Caminin hocasıda dinlemiş. Ona sormuşlar. Bu adam Muaviye’ye lanet okudu sen ne dersin? Hoca, “duymadınızmı adam, İslam tarihinde kaynaklarınıda verdi. Ben ne diyebilirim ki” İkinci konuşmacı sunnilerin o zamanki piskolojik baskıları etkisinde kalmış olacak ki, sanki ben doğruları bilmiyormuşum gibi beni yalanlarcasına şeriat yanlısı konuştu. Utanmadan da diyorki İzmir’deki ilk Alevi derneğini ben kurdum. Bu olayın şahitleri henuz yaşıyorlar. Bu gün bazı kişiler Türkiye’de olsun, Avrupa’da olsun biz kurduk diyerek, olan olayları çarpıtıyorlar. Fakat Kim ne derse desin, Avrupa’daki kuruluş Böylece Türkiye’ye ön ayak oldu.

ALEVİ SORUNLARINI DEMİREL HÜKÜMETİNE GÖTÜRÜŞÜMÜZ.

Bizler bu gayretle biribirimize kenetlenmiş şekilde gayret gösteriyorduk. Her yıl Mart ayında Ankara’da ve İstanbul’da yaşayan Alevilerin ileri gelen yazarlarıyla iki gümlük toplantı yapıyorduk. Ankara Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen bizim toplantılarımız için gereken salonları hizmete verirdi. Alevilerin Türkiye’deki Sorunlarını masaya yatırır, çözüm arardık. Türkiye kamu oyunda ses getiren önemli toplantımız Şöyle başladı. İstanbul Kadıköy’de Hacı Bektaş kültür derneği başkanı Ülkü Mete ile, 1991 Hacı Bektaş anma töreninde tanışmıştık. Ülkü Mete, İstanbul’da Alevilerin sorunları hakkında toplantı yapacaklarını bizim Federasyon’a bidirir ve bizi’de Almanya’dan davet eder. O zaman Genel sekreter olan Ahmet Aydemir bana telefonla başkanım sen nasıl olsa Türkiye’desin, yönetim olarak senin ACF temsilen katılmana karar verdik. Adresini sana gönderiyorum 04/12/1991 tarihinde yapılacak toplantıya katılmanı istiyoruz.

Bu haberden sonra, ben eşim ile beraber İstanbul’a gittik. 04/12/1991 tarihinde ACF temsilen toplantıya katıldık. Yapılan toplantı’da, Ülkü Mete, Süleyman Cem, rahmetli Camal Şener, Lütfü Kaleli, Rıza Zelyurt, Reha Çamuroğlu, Selahattin Özel, Haydar Kaya, Av. Ali Akday, Hacı Mordoğan, Av. Behlül ablak, Hasan Meşeli, Av. Hıdır Delipınar, Mahmut Aydın, Selahattin Ayyıldız, Mehmet Yılmazkaya, Hıdır Uluer, Mustafa Özcıvan. O toplantıda Alevilerin vatandaşlık hakkı olan isteklerini dile getirip hakkımızı istemek kararı aldık. Türkiye’deki Avukatlar ve yazarlar aralarında Basın bildirisi yazıp, Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayınlatırsak çok büyük bir iş başarmış oluruz diye konuşmaya başladılar. Ben onları dinlerken dayanamadım. Söz aldım. “Beyler neden Ankara daki hükümete gidip, isteklerimizi birinci elde Başbakan’a ve diğer bakanlara duyurmak istemiyoruz? Değince! Başta Lütfü Kaleli, diğer Avukat ve yazarlardan birkaç tanesi, bizi Başbakanla ve diğer bakanlarla görüşmemize randevü vermezler ve verselerde bir iki ay sonraya verirler. Onun için gitmemizin bir anlamı olmaz diye itirazda bulundular.
Hacı Mordoğan canımız, Ankara’daki AKKAV Vakfının başkanıydı. Hemen beni destekleyerek, “Beyler siz yeterki ankara’ya gelin. Biz AKKAV yönetimi iki gün içinde size randevü alırız. Ondan hiç tereddüdünüz olmasın”. Değince, bazı canlar biz hazırlıklı gelmedik, Ankara’ya gidecek para üzerimizde yoktur dediler. O anda benim eşim Zöhre hanım, “Canlar kimin maddiyatı elvermiyorsa, biz karşılayacağız. Yeterki toptan Ankara’ya gidelim” değince, oradakiler haylı birbirilerinin yüzüne baktılar. Neticede İstanbul’daki yazar cizer, hava atanlar Ankara’ya gelmediler. İstanbul’dan Ankara’ya gidenler. Ben ve eşim. Süleyman Cem, Av. Ali Akday, Selahattin Özel, Haydar Kaya, Hasan Meşeli, Mahmut Aydın, Ülkü Mete, Mehmet Yılmazkaya, Av. Behlül Ablak, Selahattin Ayyıldız, Hıdır Ünler, tamam gidiyoruz diyenler, eşimle beraber on üç kişi kaldık. Hacı Mordoğan Cumartesi günü hepinizi verdiğim adreste bekliyorum dedi gitti. Böylece toplantıda son buldu.
09/12/1991 Cumartesi günü Kızılayda ki AKKAV’ın bürosun da toplandık. Haci Bektaş Belediye Başkanı Ali Eğer’de gelmişti. O gün ve Pazar günü İstanbıl’da yazdığımız basın bildirisini inceledik. Düzeltilecek yerleri düzelttik ve son şeklini verdik. Katılanlar hepimiz kurumlarımızın adreslerini vererek Basın bildirisinin altını imzaladık. 11/12/1991 tarihinde on erkek bir’de bayan eşim zöhre hanım olmak üzere 11 kişi olarak Başbakanlığa gittik. Daha girişte çok kalabalık olduğu belliydi. Sırada haylı bekledikten sonra, nihayet kontrol noktasına gelince, sizler kimsiniz ve nereden geliyorsunuz? Önümüzde Hacı Bektaş Belediye Başkanı Ali eğer, evvela kendisini tanıtıyor, sonra bizleri tanıtırken Alevi Heyyeti olarak Başbakanı ziyarete geldik. Alevi heyyeti diyince, görevliler, abartılı olmasın enaz otuz saniye biribirinin yüzüne baktılar. Bunların görevi içeriye alınan heyyetlerin kimler olduğunu, Başbakana bildiriyorlar. Biz içeri alındıktan tahminen yirmi dakika sonra, bir görevli geldi Alevi heyyeti beni takip etsin diye önümüze düştü. Bizde toptan arkasına gittik. Bizi büyük bir toplantı salonuna koydu, siz burada bekleyin, Başbakan gelip sizinle görüşecek dedi ve kapıyı kapattı gitti.

Biz o salonda tam bir saat beklerken bizi unuttuklarını konuşmaya başlamıştık ki, o anda kapı açıldı bize 11 adet çay geldi. Çaylarımızı içtik ve beklemeye başladık. Tam iki saat dolmuşdu ki Demirel içeriye girdi. Arkasında gazeteciler girmek istediler. Fakat Demirel onların hepsini çıkarttı. Görevlilere kimseyi içeri almayın talimatı verdi. Hepimizle tokalaşıp tanıdıktan sonra. „Beyler sizi iki saat beklettiğimin sebebi, ben yedi defadır bu makama geliyorum. Naci Orhan dede’den, İzzettin Doğan’dan başladı, nekadar Alevi ileri gelenleri yazarı çizeri ne varsa hepsini saydı. Bunların hepsini tanıyorum, fakat buraya geldikleri zaman Alevi ismi altından gelmezler. Benimle’de Alevi konularını konuşmak için geldiklerini anlatırlar. Bu güne kadar Alevi heyyeti ismi veya ben Alevi’yim diye bu kapıda hiç kimse girmemiştir. İlk defa siz Alevi ismiyle geldiğiniz için, kalabalığı başımda savımda, sizlerle rahatca konuşum veya dertlerinizi dinleyeyim diye sizi beklettim. Kusura bakmayın”.
Benim Almanya Alevi Cemaatları Federasyon başkanı olduğumu duyunca, daha çok ilgisini çekti. Uzun- uzun Almanya’daki kuruluşlarımızı sordu. Bende anlattım. Kendisine basın bildirisini verdik. Çok konuştuk ama son olarak bize ne dedi bilirmisiniz: “Ben bütün sıkıntılarınızı biliyorum. Fakat şu an sizin istediklerinizi size veremem. Ben siyasetciğim, Ben bilirsem Alevilerin haklarını verince, enaz dört milyon oy kazanacağımı veririm. Ama Alevilerden iki milyon kazanırım, fakat Sunnilerde dört miliyon kayıb edeceksem vermem.
Tavsiyem siz Aleviler birleşin bir tek partiye ağırlık verin ve o partiyi’de iktidara taşıyın, o zaman bütün haklarınızı alırsınız. Böyle dağınık olduğunuz müddetce hiçbir parti sizin haklarınızı vermez. Bunu bilesiniz”.
Ayrıca diğer günün sıkıntıları üzerinde Şahsende kendisiyle bir saat kadar dertleşerek görevimizi yerine getirdik. Aynı hafta 6 bakanlığa daha gidip basın bildirisini verip isteklerimizi dile getirdik. Ankara’da o insanların on gün kalmasına 4000 TL üzerinde cebimizde harcamıştık. Almanya’ya gelincede bu harcadığımız parayı dernekte veya Federason’da almadık, hatta hiç konu etmedik. Zaten Kamber kutlu ile Muhsin cevahir mükafatımızı biz gelmeden hazırlamışlardı. Gerçek ilim dergisi özel sayı, bu dergi benim arşifimde duruyor. Ben yalnız kur’an’la ilgili, olan üçüncü sayfasını Avrupa’da Alevi yapılanması kitabımın 64’üncü sayfasına koydum. Diğer bir çok belgeler “Avrupa’da ilk Alevi yapılanması kitabımın 169’dan 173’üncü sayfalarında okuyabilirsiniz.
Ne yazık ki Almanya’ya döndüğümde Olmayacak bir iftihrayla karşılaştım. Tabii şok oldum. Cahaletin, benliğin verdiği hırsla ne yaptıklarını kontrol edemeyen Kanber Kutlu, Musin Cevhair, beni Sunni ve Diyanetin maaşlı memuru ilan etmişler ve bunuda 32 sayfalık 300 adet dergi kendi paralarıyla bastırarak, derneklere dağıtmışlar. İnanınki kendilerine hiçbir şey söylemedim. Müsahibim Ahmet Aydemir, İsmail Elçioğlu, İsmail Yağlı çok istediler ki cevap vereğim! Fakat ben büyüklerimde duyduğum Hz. Ali’nin sahabelere verdiği cevapla hareket etmeği tercih ettim. Sahabeler bir gün aralarında Hz. Ali’nin Arap yarım adasındaki en güçlü kaleleri fet (almak) etiğini anlatırlarken, o anda Hz. Ali gelir. Döner Hz. Ali’ye sorarlar? Ya Ali sen Arap yarım adasındak en güçlü kalaleri fet ettin. Acaba senin dünyada Fet edemeyeceğin (alamayacağın) daha bir kale varmı? Hz. Ali bu kişilere dikkatle bakar ve derki;
“Benim bu dünya’da fet edemiyeceğim binlerce kale var”. Sahabeler şaşarlar. Buna bir anlam veremezler. Sahabeler! Ya Ali bu kaleler nerede bize söylermisin! “Hz. Ali derki, “Yalancının, iki yüzlünün, riyakârın kalesi hiçbir zaman fet edilmez”. Bende bunu düşündüm. “ Benliğin verdiği çekememezlik hırsı ve esiri olmuş bu kişilerle uğraşmaya deymez. Çünkü bunların kalesi zapt edilmez. Bu düşünceyle işi kapattım. Biz Ehlibeyt Alevi İslam inancına hizmet ettiğimize inandığımız için, Şahsi, ihtiraslı davranışlar, inancımızı ve hizmetimizi yapmaya engel olamaz. Fakat ne yazık’ki bizim topluma doğru hizmet edenlerin mükâfatı ekseriyette, malisef böyle çekememezlikle veya kötülemekle oluyor.
Bu görüşmede Süleyman Demirel, gazetecilere, “Aleviler birinci sınıf vatandaştır” ifadesi Hürriyet gazetesi,“ALEVİLERİN HÜKÜMET ÇIKARTMASI” başlığı altında günlerce ve sayfalarca yorum yapmıştı. Ulus gazetesi, Diyanetin Hacı Bektaş çıkartması başlığı altında yorumlar yaptı. Uzatmıyalım, Alevilik hakkında Türkiye’de güzel bir yorumlarla iyi bir kamuoyu yaratıldı. Fakat Avrupa’da bildiğiniz birtakım karanlık güçler, “TC ile dirsek teması dahi Aleviler için zül’dür” Zül kelimesinin anlamı; “Küçük düşürmek ve alçaklıktır”. En hafifinde bu gibi eleştirilere maruz kalmıştık. Kim ne derse desin, biz yola çıktığımız gayretle dernek kurdurmaya, toplantılar yapmaya, Alevi inancı hakkında seminerler vererek toplumu bilinçlendirmeye devam ediyorduk.
Bu arada birçok Genel Kurul toplantıları ve yönetim seçimleri oldu. Her seferinde başkan olarak beni seçiyorlardı. Bir seçimde oy oranına göre ben kazandığım halde, Müsahibim Ahmet Aydemir, “Kardeş! Bu İsmail Elçioğlu başkanlığa çok hevesli, görüyorsun yine senin karşına adaylığını koydu. İleride bir bölünmeye sebep olabilir. Onun aldığı oyları biraz yükseltelim ve bu sefer onu başkan yapalımda ne kadar zor olduğunu öğrensin. Ahmet beyin dediğini yaptık, fakat dört ay dayanamadı. Kendi başına yaptığı bazı istemediğimiz kişilerle görüşmeleri ve kendi başına buyruk olması, hatta bu Köln kadrosu bizi tanımazdı, biz onları tanımazdık. Fakat onun bu dört aylık başkanlığı zamanında bizi götürdü onlarla tanıştırdı. Yönetim Kurulu toplantısında Genel sekreter Ahmet Aydemir; “Neden bizlere sormadan, bizim kabul etmediğimiz kurumlarla ilşki kuruyorsun. Bizim onlarla tanışmamıza zemin hazırlıyorsun? sorusuna,“Ben başkanım istediğimi yaparım. Her şeyi size mi danışacağım. Bana karışamazsınız” diye verdiği cevap, yönetimi tekrar başkan seçimine mecbur etti. Yeniden oylamaya gidildi. Oylamada İsmail elçioğlu’na tek bir oy çıktı. Böylece ondan başkanlığı aldılar. Tekrar benim başıma sardılar.

Biz böyle aşkla, zevkle çalışırken, ayların, yılların nasıl geçtiğini ben hiç fark edemedim. 10/03/1993 tarihinde Grossgerau steueramt’dan (Vergi dairesinde) bir dosya geldi. İki senedir maliyeye vergi ödemediğim için 114,000 Dm schetzung. Tahmini vergi istedikleri gibi, 90 gün içinde de iki yılın defterlerini ve hazırlamamı ve kontrola geleceklerini bildirdiler. Beni bir korku sardı. Federasyon başkanlığını benden alın diyorum. Hiç kimsenin umurunda değil. Böyle devam ederse evim hacize gidecek, iflas etmekle burun burunayım. İzine gitmiyoruz, burada maliye işlerimizi yoluna koyalım diye çaba gösteriyorum. Benim söylemlerimi kimse dikkate almayınca. Bende olağan üstü Genel Kurula götürüp, başkanlığı bırakmak mecburiyetinde kaldım. İçimizde artık her kimse? “Aliriza gülçiçek’lere Federasyon Başkanı Derviş Tur başkanlıkdan çekilmek için olağanüstü Genel Kurula gidecek. Kimse de kendine güvenip başkanlığa aday olmıyor”. İçimizdeki çürük bu elma bizden habersiz, devamlı olarak, Köln ekibine olandan bitenden haber veriyormuş.
1993 yılı, Nisan ayı’nın içinde bir telefon, Federasyon Başkanı Derviş Tur ilemi görüşüyorum! Evet ben Derviş Tur. Benim ismim Aliriza Gülçiçek diyince, isminde tanıdım. İsmail Elçioğlu daha evvelden bizi götürmüş tanıştırmıştı “Biz Köln’de bir Alevi Bektaşi Kültür Derneği kurduk. Sizinle görüşmek istiyoruz”. Tamam, gelip görüşebilirsiniz. Bu Cumartesi müsaitmisiniz? Düşündüm, bizimde Cumartesi akşam saat yedi’de Yönetim Kurulu toplantımız var. Telefondaki beye Tamam Cumartesi engeç saat dört’te burada olun diye randevü verdim. Hemen akabinde Yöneim Kurulu üyelerimiz, Ahmet Aydemir, İsmail Yağlı, Musa Bakır, İsmail Elçioğlu, Sabit Yıldız bu arkadaşlara Cumartesi Saat üç’de dernekte buluşmak üzere telefon ettim.
Cumartesi günu diğer arkadaşlar saat üç’de geldiler, yalnız Sabit yıldız gelmemişti. Gelecek arkadaşları Elçioğlu başkanlığı zamanında bir vesileyle bize tanıtmıştı. Ben geleceklerini anlatırken İsmail elçioğlu demezmi? Benim bundan haberim var. Biz nekadar bozulsakda, o başladı onların derneğinden anlatmaya. Hepimiz şaşdık kaldık. Meyerse dört aylık başkanlık zamanında bizi Bonn tarafında bir yugunt herbergerde karşı karşıya getirdiği ekip. O zaman bu dört kişi ve beraberlerinde Nejat Birdoğanda bunların sözcüsüydü. Neyse saat dört’de Aliriza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz, Nejdet Saraç, Turgut Öker, dört kişi olarak geldiler’ki kışın beraber Aleviliği tartışdığımız ekip. Başladılar Köln’de ayrı bir Alevi derneği kurduklarını anlattılar. Bizim çalışmalarımızı ve Federasyonun çalışmalarını beyendiklerini, ileride bizde katılmayı düşünüyoruz dedikten sonra gittiler.
Biz bütün aynı hızla çalışmalarımıza devam ediyoruz. Genel Kurula gidelim, ben başkanlığı bırakmak mecburiyetindeyim. Diye anlatmama rağmen, İsmail Yağlı ile Ahmet Aydemir, “Başkanım, önümüz yaz izin sezonu, sabır et izinden sonra çaresine bakarız”. Ben sanki ateş üzerinde çalışmalara aynen devam ederken. Dernek postasında Köln’de bir mektup geldi. açtım okudumki. “BİRLİĞE YÖNELİK ORTAK KARAR METNİ” Başlıklı dokuz derneğin birlikte Alevi Birlikleri Federasyonu’na katılma kararı almışlar, bize bildiriyorlar. Dernekler: Berlin, Hamburg, Hannofer, Koplenz, Köln, Lübek, Mannheim, Neu-Münster, Rheda-wiedenbrück. Tam Dokuz dernek. Bu karar 12/06/1993 tarihinde kaleme alınmış ve yazılmış. Bize gelişi 20/06/1993 Haziran. Federasyon Yönetimi olarak henuz bu mektubu görüşmeden 02/07/1993 Temuz ayında Sıvas katliamı oldu. Yani Sıvas katliamında 20 gün önce Federasyona katılma kararı almışlardı. Hamburg derneği Turgut Ökerin başkanlığını yaptığı dernekdir: Burda dikkatinizi çekmek isterim. Bu belgeyi, AVRUPA’DA İLK ALEVİ YAPILANMASI kitabımın 243’üncü sayfasında orjinalını okuyabilirsiniz.
Sıvas olaylarına karşı yaptığımız protosta yürüyüşü ve protosto mitingleri AVRUPADA İLK ALEVİ YAPILANMASI kitabımın 258’inci sayfasından 271’inci sayfalar arası orijinal belgeleriyle okursunuz. Bu olaylardan sonra, 18/09/1993 tarihinde 44 dernek başkanları ve Federasyon Yönetim Kurulu ile birlikte büyük bir toplantı yaptık. Toplantının birinci gündemi, Yeni katılmak isteyen 9 derneğin dilekçesini okudum. Beyler bu muracaat eden dernekler, Demokrat kitle örgütleri dernekleridir. Bunları Federasyon çatısı altına alalım mı? İkincisi, yapacağımız olağan üstü Genel Kurulda, bunlara oy hakkı verelim mi? Diye Oylamaya koyduk, Bir çoğu Sıvas olaylarına karşı yaptığımız yürüyüşte bizimle birlikte yürüdüler, bu kadar destek oldular ve bizimle birleştiler, anlamında onayladılar. oy çokluğu ile Federasyon’a alınarak Genel Kurulda da oy kullanmalarına herkes evet oyu verdi.

FEDERASYON’UN KÖLN EKİBİNE GİDİŞİ

İkinci Gündem: “Alevi Birlikleri Federasyon Başkanı görevi bırakıyor. Olağan üstü Genel Kurula giderek, Federasyon’a yeni bir başkan ve yeni Yönetim seçilmesi zorunludur. Bu konuda herkes görüşünü ve önerisini açıklasın: Toplantımız yedi saat sürmüştü. Müsahibim Ahmet Aydemir dahil herkes “benim vaktim yok, böyle bir Federasyon’u yönetecek zamanım yok, diye kimse talip çıkmadı. Ben Şöyle bir konuşma yaptım. “Saygıdeğer beyler, ben Ailevi problemlerimden dolayı Başkanlığı bırakmak mecburiyetindeğim. Teklifim; 30-31/10/1993 tarihinde olağan üstü olacak Genel Kurulumuzu yapalım diyorum. Başkanlığa hanginiz aday olursanız destekliyeceğim. Benim en büyük arzum isteğim içimizden eski emeği olanlardan başkanı çıkartalım ve yönetimimiz, tekrar emek vermiş dernek başkanlarımızdan meydana gelsin. Eğer siz bu kuruluşa sahip çıkmazsanız! Federasyonumuza yeni katılmak isteyen demokrat kitle deneklerden Köln’de gelen bir kadro var. Onlar Federasyon Yönetimini almaya çok istekliler. Onlara seçme ve seçilme hakkı tanıdığımıza göre, benim kanaatımca onlar, Federasyon Yönetimine adaylıklarını koyacaklar. Sizlerin bu federasyona böyle sahip çıkmayışınıza doğrusu şaşıyorum. Belirttiğim Genel Kurul tarihinide kabul ettiler. Olağan üstü Genel Kurul toplantısıda 30-31/10/1993 tarihinde yapılamasına ve toplantı hazırlıklarınında yapılmasına karar verildi.

Toplantı protokolu ile beraber hangi dernek kaç kişi ile Genel Kurula katılacaklarını bildirdik. Yeni kartılacak derneklerede, alınan karara göre üyelik formunu doldurup imzalayan ve üye sayısına göre üç aylık aidatlarını ödeyen dernekler Genel Kurula katılabilecekler. Seçme ve seçilme hakkı verildiği için adaylıklarınıda koyabilirler diye kendilerine mektup gönderildi. Bu mektubu Derviş tur yazıp göndermedi. Bu mektup Genel sekreter tarafında yazıldı. Altını Başkan, ikinci Başkan ve genel sekreter tarafından imzalanarak gönderildi.
Bazı kötü niyetli insanlar, sanki Derviş Tur kendisi federasyonu köln’e vermiş diye maksatlı propağanda yapıyorlar. O zaman henuz çok küçük olan, bu gün 30-35 yaşında olan ve daha genç olan insanlarımızı alehime kışkırtmakla büyük yanlışlık yapıyorlar. Peki Alehime uğraşan insanlara şunu sormak istiyorum: Bu gençler benim Avrupada ilk Alevi yapılanması, belgeli kitabımı okuduklarında sizler hakkında ne düşüneceklerini, neler söyliyeceklerini doğrusu merak ediyorum. Acaba sizde hiç merak ettinizmi?
Genel Kurul toplantı hazırlıklarını yaparken, Frankfurt Universitesinin salonunu tutmuştuk. Türkiye’den Prof. İzzettin Doğanı’da gözlemci olarak davet etmiştik. 30/10/1993 tarihinde 48 dernek bizde 6 dernek’de yeni katılanlarda 54 dernekle genel kurul toplantısını Universtenin salonunda yaptık. Ben açılış konuşmasını yaparken, ısrarla Federasyon eski yönetimine ve dernek başkanlarımıza Federasyon’a seçilecek yönetime girmelerini rica ettim. Kimse aday olmadı. Eski yönetimden tek bir kişi olarak Dursun Karadağ aday oldu ve yeni yönetime girdi. Dursun Karadağ Köln yönetimi ile halen çalışıyor. Seçimde Alirıza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz, Nejdet Saraç, Turgut öker, Kazim Kaya, Dursun Karadağ, başka kimse aday olmayınca bunlar altı kişi olarak seçildiler. İşte Federasyon’un Köln’e gidiş serüveni aynen böyle oldu. Şimdi ben soruyorum? Federasyon’un Köln’e gidişinde kabahat kimde?
Benim başkanlık zamanımda Federasyon bünyesinde inançsal bir kurum yoktu. Ama, Alevi inancı hiçbir zaman tertışılmazdı. Fakat 1991 tarihinde Haydar kaya’dan aldığım kopiler ile, ayrıca ben Babam’dan gördüğüm öğrendiğim bilgim ile bir öğreti, ibadet cem düzenlemesi yapmıştım. Hatta, Federasyonu köln’e vermeden çok evvel 1992’de Studtgart tarafında oturan Mahmut doğanoğlu isminde bir Kureşanlı dede var, kızı’da zakirlik yapıyor diye bana haber geldi. Dede’nin adresini ve telefonunu aldım. Rüsselsheim’da hemen bir cem tertip ettim. Dede’nin evine telefon ettim. Dedeyle tanıştık, ben kendisine iki hafta sonra biz bir cem yapacağız. Dede sen bizim bu cemimizi yaparmısın diye kendisine teklif ettim. Dede, sordu, “nasıl bir cem, kimin evinde yapacağız”? Ben, Dede biz bir okulun salonunu tuttuk. Orada 12 hizmetli bir Cem yapılacak değince, Dede, ben öyle cem yapmayı bilmiyorum. “Ben evlerde bizim taliplerimize cem yapıyorum” değince, şaşırdım kaldım. Haylı düşündüm. Birden aklıma benim toparlayıp dosya halinde yazdığım 12 hizmetli cem düzenlemesi geldi. Dede’ye hemen telefon açtım. Dede sen Perşembe günü bize gel. Ben’deki Cem dosyasını okursun, bende sana yardım ederim. Rahatlıkla bu cemi yaparsın diye kendisine güven verdim. Ceme iki gün kala Mahmut dede kızıyla beraber bize geldiler. İki gün dosya üzerinde çalıştırdım. Dede ilk defa 12 hizmetli cemi yaptı. Dosyayı kopi yapıp verdim.

DEDELER KURULUNUN KURULUŞU

Federasyon Yönetimi Köln’e gittikten sonra, Ben onlara şöyle bir teklifte bulundum. “Benim zamanımda derneklerde dedelik yapacak kimse yoktu. Fakat Seyyid soyunda olanlar, öğrenirse dedelik yapacak çok insan var. Biz bir dedeler kurulu kurarsak ben, bu işin hakkında geleceğime inanıyorum dedim. Düşüncemi çok olumlu karşıladılar. Neticede, 12-13/03/1994 tarihinde Kreifeld’de bir dedeler toplantısı yapıldı. Oradaki kargaşalıktan ötürü yönetim seçimi yapamadık. Bir ay sonra Rüsselsheim derneğinde toplanmak üzere dağıldık. Rüsselsheim toplantısında Niyazi bozdoğan ile İsmail Arslandoğan yanına aldıkları diğer dört dede ile seçildiler. Ben yönetime girmedim. Onların Dede’ler Kurulunu nasıl yönettikleri hakkında bilgim’de yok. Fakat bir yıl sonra, tekrar dedeler toplantısına davet edildim.
Köln’de yapılan bu dedeler toplantısında Niyazi Bozdoğan Başkan olarak çıktı bir yıllık çalışmaları anlatırken, Bazı kişileri suçladı. O yüzden hiçbir şey yapmadıklarını anlattı. Yeniden seçime gidildi. Dede’lerin %90’nı benim yönetmemi isteyerek, beni başkan olarak seçtiler. Niyazi Bozdoğan ile İsmail Arslndoğan toplantıyı terk etti gittiler. Mart 1995 tarihinden, 23/03/2003’e kadar tam sekiz sene Dedeler Kurulu’nu yönettim. Benim zamanımda Federasyon bünyesinde Alevi İnancı kattiyen tartışılmazdı. Çünki dünya dinlerine ve inançlarını inceleğecek olursak, hiçbir inanaç tartışılmaz. Şahıs olarak ya o ianancı kabul edersin, bende bu inancın toplumundan bir kişiyim dersin veya kabul etmezsin. İnanç zorla kabul edilemez.
Seçildikten sonra hemen yanıma yedi dede daha aldım. başladım nasıl bir yol izlemeliyizki, cemi cemaatı yolu, erkanı, yeniden Alevi toplumu içinde yaşama geçirelim, düşüncesiyle defalarca Dede’ler toplatısı yaptık. Neyazık ki arada iki yıl kadar zaman geçti, hiçbir Dede bir çözüm getirmedi. Dedeler Yönetimini 12 kişiye çıkarttım. Fakat bu zaman içinde hiç boş durmadım. Alevi Cem erkanları üzerinde haylı kitap karıştırdım. Beş Cem erkanını düzenlemek için gece’mi gündüzüme kattım. Devamlı okuyorum ve yazıyorum. Haylı düzenlemeleri yaptıktan sonra, aklıma kendi derneklerinde eksiği ile noksanı ile cem yapan dede’leri toplayalım, Federasyon binasının arka salonunda her dedenin kendi bildiği şekliyle cem yaptıralım. Bakalım benim düzenlediğim cemden farklı cem yapma sistemi varmı? Federasyon Yönetimine düşüncemi anlattım, onlarda çok iyi düşünmüş’sün diye onayladılar. Tarih olarak 1996 yılının Weinacht tatili olarak belirledik. Derneklere Weinacht’da cem yapan Dede’nizi varsa zakiriyle beraber bir haftalığına Köln Federasyon binasına gönderin diye mektup çıkarttık. Hatta Avusturya’yada yazmıştık, Rahmetli Nuri Dede Wieana’dan gelmişti.
Maksatım, Türkiye’de Alevi inancında inançsal değerlerde ve cem erkanlarında özde aynı olsada, sürek ve icdahatta azda olsa nöans farlılıkları var. Bunu hepimiz biliyoruz. Amacım bunlarıda tesbit ederek, Türkiye’nin her yöresinde kabul görecek ibadet (cem) sistemini tesbit etmektir. O hafta sonu Cumartesi, Pazar Federasyon’da derneklerin sorunları gündemli toplatı vardı. Seçdiğimiz Dede’leri bırakmadık evlerine gitsinler. Gelen Dede’lerin içinde Erzurum, Erzincan, Tunceli, Malatya, Sıvas, Çorum, Amasya ve Balıkesir dedelerin’de Cem yapıyorum diyen Dede’leri Köln’de ağırladık. Pazartesi günü Federasyon binasında hazırladığımız arka salonda cem yapacak Dede’ler ile toplandık. Kimse bilmiyor ne yapacağımızı, Erenler musaade ederseniz size ne yapacağımızı anlatacağım dedim. Dede’ler günde iki Cem yapacağız.
Bu Cem’ler kamaraya alınacak. Her Dede köyünde, yöresinde yaptığı Cemi yapacak. Cumartesi günü’de bu yapılan cemlerin farklı tarafların inceleyeceğiz . Türkiye’nin her yöresinde kabul görecek ibadet Cemini birlikte tesbit edeceğiz. Torunum Öztur, Zakiri olmayan dedelere zakirlik yapacak ve kamaralara bakacak. Dede’lerin hepside Allah Eyvallah diye razılık gösterdiler. Benim eşim Zöre bacıyla beraber beş bacıda, Hafta boyu bizim yiyecek içeceklerimizi hazırladılar ve bize hizmet ettiler. O gün hemen başladık. Bir dede öğlene kadar bir cem yapacak. Bir dede’de öğlenden sonra cem yapacak. Böylece günde iki cem, beş günde On cem yapmak üzere başladık. En son onuncu cemi Cuma günü öğlenden sonra ben yaptım. Cumartesi günü tekrar toplandık yapılan Cemleri kamaradan izledik, eksiklıklerini ve farklılıklarını inceledik. En son benim yaptığım cemin üzerinde dedeler karar kıldı. Bu Dedelerin kabul ettikleri cem düzeni, aslında 1995’de Bilefeld’de benim Federasyon adına Derneklere dağıttığımız aynı Cem dosyasıydı.

Dede’ler Kurulunu, aynen dernek yönetimi sistemi gibi, iki senede bir seçimli Genel Kurul yaparak kör topal devam ettiriyorduk. Alevi inancı hakkında hiçbir eleştiri veya yeni bir fikir yürütme olmszdı. Azari Sunnilerden olan Nejat Birdoğan 1994 Ekim ayında, Aktuel Gazetesinde ALEVİLİK İSLAMIN DIŞINDADIR diye bayanat vermişti. Bu düşmanca, maksatlı yorumundan sonra biz Dede’ler, Onun Avrupa’ya davet edilmesini yasaklattık. Fakat onunla bitmiyorki, adamlar Ne kadar sunni ateist, Vecihi timurtaş’ı Erdoğan Aydın’ı Erdoğan Çınar’ı buldular ve Ali’siz Aleviliği yazan Fayık Bult’u buldular. Başladılar çeşitli derneklerde toplantılar düzenliyerek bu gibi Alevi inancı düşmanlarını, Alevilere, Alevi inancının kutsal değerlerini ağır ağır yok etmek için, sinsice Alevi toplumuna aşılamaya başladılar. Biz Dede’ler her seferinde bunlara karşı geldikce ve bu adamları kim davet ediyor diye sorguladıkca, her saferinde bizim haberimiz yok, dernek başkanları davet ediyor diye, sözde kendilerini temize çıkarıyorlardı.

AABF CENAZE YARDIMLAŞMA FONU’NUN KURULMASI

Ayrıca derneklerde Alevilik inancı üzerine seminer veren ve dernek kurmaları için insanları teşvik eden sağlam bir ekip olmuştuk. İsmail Yağlı Cumhuriyet devrinde ki hükümetlerin Alevilere karşı davranış ve tutumlarını. Ahmet Aydemir Alevi tarihini. İsmail Elçioğlu Sol idoolojinin Alevi inancına verdiği zararları. Derviş Tur, Alevi inancının kutsal değerlerini, yol ve erkânlarını her gittiğimiz şehirlerde kasabalarda veya kurduğumuz derneklerde anlatırdık. Ahmet Aydemir Müsahibim defterine not tutmuştu. Bir yıl 52 hafta. Fakat biz 1992 yılında 64 şehir ve kasabada toplantı yapıp seminer vermişiz.
20/02/1994, Federasyon Yönetimi bir Cenaza yardımlaşma fonu kurulması kararı aldı. Yönetimde Gülüzar Cengiz ile Mehmet Çaba bu yardımlaşma fonunu kurma görevini aldılar. İki
ay içerisinde üye kayıt formunu ve diğer resmi işlemleri tamamladılar. Her derneğe 50 cıvarında üye kayıt formu gönderdiler. Her kayıt olan aile üye olarak 100 Dm. yatıracak değince kimse üye olmadı. Arada iki yıl geçtmişti. mayıs 1996 biz eşimle beraber İsviçre’deyiz, yine derneklerde Alevi inancı hakkında seminer vermeye gitmişiz. Gülüzar Cengiz’den telefon.
“Dede, Böblingen derneğinde bir Aile iki yıldır Federasyon’un cenaze yardımlaşma fonuna üye idiler. Dün Akşam Şututgart’a düğüne gitmişler, gece Böblingen’e dönerken otobanda kaza yapmışlar. Baba, Anne ve çocuk üçüde kazada ölmüşler. Dede bizim cenaze arabamız yok. Cenaze naklini yapacak kimsemizde yok. Sen diyordun’ki benim çocuklarım bir Alman firmasıyla ortaklaşa Türk cenazelerinin muamelelerini yapıp Türkiye’ye gönderiyorlar. Senden ricam, hemen Böblingen derneğine git. Federasyon adına kaldırıyormuşsun gibi kimseye bir şey belli ettirmeden. Türkiye’ye gönder. Parası ne tutuyorsa biz sanan öderiz. Diye ricada bulundu.
Ben hemen telefonla oğlum Yusuf ve Erdoğan’a Böblingen derneğinin adresini verdim ve Üç arabayla mümkünse saat 14’e kadar oraya gelmelerinin talimatını verdim. Bende eşimle birlikte hemen Böblingen derneğine gitmek için hareket ettik. Öğlen saat 12’de derneğe geldikki millet toplanmış, faka kimse ne yapılacağını bilmiyor. Ben hemen Evlenme cuzdanını ve nufus kağıtlarını pasaportlarını istedim yanıma bir kişi aldım standesamt’a gitim. Orada muameleyi bitirdim. Schututgart’a Türk konsolosuna gidip Türkiye’ye giriş evraklarını yaptım saat 16’da derneğe geldimki bizim çocuklarda üç arabayla gelmişler. Gittiler Morkda cenazeleri aldılar, derneğin önüne getirdiler. Ben bir helallık duası yaptım. Getirdik Frankfurt’ta Türkiye’ye gönderdik.
Bir hafta sonra paryı almak için köln’e gittimki parayı alayım. Gülüzar Cengiz, “Dedem benim param yoktur, ben sana bu parayı şimdi ödeyemem”. Ben, Gülüzar bacı, ne diyorsun, bu Fon iki senedir kurulalı nasıl parası olmaz? “Dedem hiç sorma, bizim millet bu işe pek sıcak bakmadı. İki yılda 70 aile üye oldu. Sonra biz Federasyon olarak bu işi takip etmemiz mümkün değil. Dedem düşün kasamızda 1500 Dm paramız var. Senin getirdiğin üç kişilik cenaze parasını ödeğecek paramız yok. Ben nasıl ödeyeyim. Fakat sen merak etme, ileride senin paranı muhakak ödeyeceyiz. Neyse altı ay sonra ödediler.
Gülüzar Cengiz, Dede bizim millet duyarsız, bu iş öyle umduğumuz gibi yürümedi. Ben bu işi kapatacağım diye kesin konuştu. Ben Köln’den eve döndüm. Çocuklarım benden para bekliyorlar. Baba ne yaptın Foduna arabalerın kirasını ödeyeceğiz Para getirdinmi? Ben, oğlum paraları yok. Onun için para alamadım. Fakat Erdoğan sana beklediğin güzel bir haber getirdim. Sen iki senedir beni zorluyordun, illada Cenaze firması açacağım diyordun. Bende Federasyon’a rakip olacağı için bırakmıyordum. Şimdi Gülüzar Cengiz net ve kararlı konuştu. Cenaze fonunu kapatıyor. Gülüzar bu yılın sonuna kadar kapatacak. O kapattıktan sonra, sen cenaze şirketini kurabilirsin. Erdoğan bu habere memnun oldu. Ondan sonra Erdoğan başladı hazırlıklarını yapmaya. 01/07/1996 tarihinde ERENLER CENAZE ŞİRKETİNİ resmen kurdu. Sonrada yardımlaşma fonunu kurdu. Tam 22 yıl bu çok zor olan hizmeti yürüttü. 2018 yılında cenaze şirketini fonu ile beraber, Alevi birlikleri Federasyon cenaze fonuna devir etti.
Cenaze Erkânı’na gelince, derneklerde Pilastik maket üzerinde düzenli sırasıyla mefta yıkamayı, Kefen biçmeyi, meftayı toprağa vermeği ve bütün dualarıyla Evvela Frankfurt derneğinde başladım. Sonra Köln, Duisburg, Kreifeld, Kassel, Stadtallendorf, Hannofer, Hamburg, Manheim, Wiesloch, Heielbron, Schtudgart, Filderstadt Nurunberg, Neufaren. Münschen daha aklıma gelmeyen birçok derneklerde Cenaze yıkama, kefen biçme, ve cenaze erkânının dualarıyla eğitim yaptırarak birde ellerine yazılı dosya veriyordum. Bütün derneklerde kadınlara ve erkeklere öğretmek için yıllarca hizmet verdim.

ALEVİ AKADEMİSİ’NİN KURULUŞU

Nihayet yıl 1997 seçimli genel kurula geldi. Genel Kurulda Aliriza Gülçiçek’in Karşısında, Ali Kılıç Federasyon başkanı olarak seçildi. Ondan sonra Türkiye’de devamlı getirilen Sunni yazarları biraz firenledikse’de, bu sefer Alevi kökenli ateistleri getirmeye başladılar. Alevi Ateistlerde ,Alevi inancını kutsal değerlerini değiştirmeye uğraştılar. Ne yaparsanız yapın, bir toplumun inançsal değerleri eğitilerek öğretilmiyorsa; O inancın kutsal değerleri ile her önüne gelen, İnançlısıda, inançsızıda, Sunniside Hırıstiyanıda rahatlıkla oynayabiliyorlar. Ali Kılıç diğerleri gibi değildi. Bende Dede’ler kurulu başkanıydım. Alevi inancının kutsal değerlerinin aynen yaşamasına özen gösteriyordu. Ben kendisine dede eğitimini nasıl yapabiliriz ve ne zaman başlatabiliriz diye kendisine defalarca soruyordum. Bir gün bana, “Dede ben düşündüm, Alevi Akademesi kurarsak, Akademi eğitim merkezidir. Orada Dede’lik yapacakları eğiterek yetiştiririz. Sen ne diyorsun”? Ben, tamam çok güzel düşünmüşsün, ama Akademinin başına kimi koruz?
Ali Kılıç, Dede benim tanıdığım Ankara’da Top, Der’in genel sekreterliğini yapmış, öğretmen kökenli, bizim Tunçeli’li Mustafa Düzgün isminde biri var. Kenan Evren inkilabında kaçtı İsveç’e geldi yerleşti. Ben kendisine bu Şagulanlı Düzgün Düzgün’ün oğlu değilmi! Ali, Dede sen nerede tanıyorsun. Babsı bize Mürşüt olarak gelirdi. Hatta iki defada Almanya’da geldi. Bu oğlunun solcu olduğunu, Alevi inancına karşı olduğunu ve evlatlıktan ret ettiğini, babasından defalarca duyduk. Ali, Nasıl olur! Ben, kardeşlerim ve eşim defalarca babasında duyduk. bu adam İnançlara karşı biz bunu Akademinin başına nasıl getirelim! Onun için, ben onun biryerde ismini siyah kalemle kapatmıştım. Ali, Dede, bildiğin gibi değil, o şimdi kendi özüne döndü. Artık her yerde Aleviliği savunuyor. Ben kendisini çok iyi taa, memleket’de tanıyorum. İsveç’e geldikten sonrada devamlı görüşüyoruz. Artık oda Alevi oldu dedi.
Ali Başkanım,1982 duydumki bizim Mürşüdün oğlu frankfurt’da felan adreste müsafir. Berlindeki mühendis oğlumu gönderdim, getirttim ki uzun zamandır evimizde Pir lokması çıkmamış. Pir huzurunda özümüzü dara çekerek lokma verelimde, çocoklarımızda görsünler. Fakat Mustafa Düzgün; “Ben Dede’lik yapmıyorum bu düzenede karşıyım” deyince, Beni getirttiğime bin pişmam etmişti. Sen anlatıyorsun ben inanamıyorum. Nasıl olduki bu adam 180 derece döndü. Ali Kılıç, ne yapalım Dede, ondan daha uygununuda bulamayız. Ben uzun zamandır araştırıyorum. Fakat uygun kimseyi bulamıyorum. Hollanda Alevi Birlikleri Federasyonu ile birlikte, Avrupa Alevi Akademisi kurmayı düşünüyoruz. Yakında bu konuda Hollanda’da toplantı yapacağız. O zaman uygun bir bildiğin adayı sen göster. Evet Musafa Düzgün, senin anlatmana göre uygun bulmuyorsun. Fakat başka uygun kimseyide bulamıyoruz.
Mustafa Düzgün’ü kimse tanımadığı halde ben Başkan adayı olarak teklif edeceğim. Dede senden de ricam, Aday gösterdiğimde, sende Mürşüdümün oğludur diyerek desteklersen, inanıyorum ki milletin sana büyük güveni var. Sen desteklersen biz onu başkan ederiz. Ali Kılıç Mustafa Düzgün’ü Akademi Başkan adayı göstermekden kararlı. Ben çekinceli davranıyorum. Ali Kılıc’ında çekindiği taraf, Derviş Dede başka adayı desteklerse,
Mustafa Düzgünü kimse tanımıyor, seçilemez. Nihayet günü geldi Hollanda’da toplantı oldu. Bu konuda bir çok kişiler konuştu. Sıra Başkan adaylarının tanıtımına geldi. Hollanda da Hacı Bektaşlı Fuat bey. Almanya Federasyon’unda Nejdet Saraç ve birde kimsenin tanımadığı yalnız Ali Kılıcın aday gösterdiği Mustafa Düzgün olarak üç aday var. Mustafa Düzgün’ü yalnız Tunceliler tanıyorlar, fakat Tunceliler o zaman çoğunlukta solcular. Alevi derneklerine girmiyorlar. Onların kendi dernekleri vardı. Adaylar sırayla kendilerini tanıtıyorlar. Fuat bey Hollanda da tanınıyor eğitimli, Nejdet araç siyasal bilimler mezunu Almanya dernekleri ve bütün Avrupa tanıyor. Mustafa Düzgün kendini tanıtırken Tuncelili olduğunu ve gördüğü eğitimini anlattı.
Tanınmadığı için diğer adaylar karşısında çok zayıf kaldı. Düşündüm nede olsa Seyyidi Sadet evladı Resul soyunda. Ayrıca Babam’da, Dedem’de gelen birde ikrar bağımız var. Dayanamadım. Tam kendini tanıtırken ayağa kalktım. Beyler Mustafa Düzgün beyi sizler tanımıyorsunuz. Çok değerli bir aileden gelen benim Mürşüdümün oğludur. Akademeyi çok iyi yöneteceğine inanıyorum. Onun için başkanlığını destekliyorum dedim. Bunun üzerine usulen bir açık oylama yapıldı. Ali Kılıç ile ben, Mustafa Düzgün’e parmak kaldırınca, salonun %80’i Mustafa Düzgün için parmak kaldırdı. Fuat Bey, Bu kadar parmak kalkacaktıysa seçime ne gerek vardı dedi. Nejdet Saraç, Dede yine ağırlığını belli ettin, koyduğun taşı kimse yerinde oynatamadı. Mustafa düzgün böylece Avrupa’da ilk Akademi başkanı seçildi. Avrupa’da ilk Alevi Yapılanması kitabımın 311’inci sayfasında okuyabilirsiniz.
Alevi inancını asimle etme çalışmaları sinsice enaz 6 yıl sürdü. Ben artık dayanamadım. Bu Alevi inanç sistemini AABF Yönetiminin insiyatifi altında kurtarmak için, “Özedönüş projesi” ismi altında iki yıl çalışarak bir proje hazırladım. Bu projeyi ne zaman kendilerine anlattımsa; Dede hele sabır et o konu ancak Genel Kurulda ele alınır diye, beni iki yıl oyaladılar. Hep olumlu cevap verdiler.

KERBELA TURU

Tarih 2000 yılının birinci ayı. Yine bir Dede’ler toplantısı sonunda sohbet ederken, Abbas Akbaba, “Dede acaba bir Kerbela turu yapamayızmı”? diye sordu. Ben’de, ben bilmiyorum, bizim Erdoğan İATA Reisebürosu olarak çalıştırıyor, ona bir sorayım. Birşeyler öğrenirsem sana haber veririm dedim. Öğlece konu kapandı. Ertesi gün ben Erdoğan’a anlattım. Baba, “ben bir araştırayım, bu işi yapanlar varmı”. Bir hafta sonra Erdoğan, buldum Baba! bu işi İstanbulda Harbiye’de bir seyahat acantası yapıyor. İyice sordum kadın İrak’da Bağdat!lı bir kişi ile evli olduğunu, bize tercumanlık edecek adamlarının olduğunu söyledi. Geçen senede iki tur götürüp getirmişler. Yalnız gurup 30 kişiden az olusa yapmıyorlarmış. Ben bu bilgiyi Erdoğan’da alınca, hemen Abbas Dede’ye telefonla anlattım. Abbas Dede, “ben burada rahat 15- 20 kişi bulurum” diye bana güven verince, ben hemen Alevilerin Sesi Dergiye tam sayfa reklem verdim. Bir ayın içinde 32 kişi toplandık.
2000 yıllarında halen İrak’a ambargo vardı. Avrupa’da uçaklar İrak’a uçmuyordu Evvela Suriye’de Şam’a uçacağız, Şam’dan otobüslerle Bağdat’a gideceğiz. İki devlet’tende vize almamız lazım. Herkes pasaportlarını ve paralarını gönderdi. Ben evvela Bon’a gittim Suriye vizelerini Aldım. Ondan sonra İstanbul’a gittim, turu yapan acanta ile görüştüm. Kendilerine pasaportları getirdim İrak vizelerini alalım. Meğerse, İrak konsolosu yalnız Ankara’da varmış. Mecburen turu hazırlayan bey ile beraber Ankara’ya gittik. Vizeler iki günde verildi. Ben Ankara’dan direk Almanya’ya döndüm. Hemen herkese telefon ettik, 11/04/2000 salı günü saat 09’da Frankfur hava alanında buluşalım. Tesbit ettiğimiz Salı günü hepimizde hava alanında toplandık.Muharrem orucu başlamıştı. Bizimde amacımız on muharrem günü kerbelada Hz. Hüseyin’in türbesinde olmak. Frankfurt’da Suriye Şam’a uçtuk. Ordan otobüslerle, irak hududuna, Gümrükden İrak’a geçince, tekrar iki otobüsle sabaha yakın Bağdat’ta vardık.
Ertesi gün Bağdat’ın bitişiğinde Kazimeyin kasabasında imam Musa’yı Kazim’i ziyaret ettik. Ertesi gün, Samara bölgesine gittik. O bölgede biribirine yakın, İmam Muhammed Taki, İmam Ali’yel Elnaki, Hasan Al Askeri ve Muhammed Mehti’yi sakladıkları mekanı, çokta İmamların çocuklarının türbeleri vardı. Hepsini ziyaret ettikten sonra, Muharremin sekizinci günü bağdat’dan Kerbela’ya hareket ettik. Kerbela’da Hz. Hüseyin ile, Celal Abbas’ın türbeleri karşı karşıya. Aralarında açık büyük bir meydan var. O meydan bir hüzün, bir acı ve göz yaşlarının sel olduğu yer. On Muharrem gününde Yüce Allah bizlerede Hz. Hüseyin’in makamında ibadet etmemizi nasip etti. 12’inci Muharrem günü Kerbela’dan Necef’e, Hz. Ali’nin Türbesini ve evini ziyarete gittik. Yüce Allah Hz. Ali’nin evinde ki kuyudan bize su içmeyi ve ortada olan büyük salonda ibadet etmeyide bize nasip etti. Nacef’den direk Bağdat’a döndük. Ertesi gün Şam’a gelerek 22 Nisan’da Şam’dan Frankfurt’a gelmekle ziyaretimiz tamamlandı.

FEDERASYON’DA VE DEDELER KURULUNDA AYRILIŞIM
Böylece üstümüzde aylar, yıllar geçti. Zaman 2003 yılının Mart ayında yapılacak Genel Kurul’a geldi. Zaten başkan Ali Kılıç Türkiye’ye gittikten sonra, Turgut Öker başkanlığa geçti. Ondan sonra AABF Yönetimi davranışlarıyla açıkca Alisiz Aleviliği benimsediği ortaya çıktı. Fakat dile getirip konuşunca, senden, benden daha 24 ayar alevi oluyorlardı. Neticede 22-23 Mart 2003 seçimli Genel Kurul toplantısı geldi dayandı. Dedeler Yönetimi 12 kişiyiz. Biz Cuma günü öğlenden sonra Federasyon binasında toplandık. Hazırladığımız özedönüş projeyi daha evvelki tarihlerde birkaç defa masaya yatırıp, tartışmıştık. Dedelerin getirdikleri önerilerine ve Federasyon Yönetiminin çok uzun biraz daha özetleyin önerisini göz önünde tutarak, dört sayfalık çalışma programı dediğimiz projeyi iki sayfaya düşürmüştük. Uygun değişiklikler yapıp son halini vermiştik. Ben Federasyon Yönetiminin bazı davranışlarında kuşkulanmıştım. Genel Kurulda Dede’lerin getireceği özedönüş çalışma projesinin kabul edilmemesi için başkan Turgut tarafında bazı çalışmaların olduğunu duymuştum.
Hazırladığımız özedönüş çalişma projesini dedelere tekrar okudum. Yine üzerinde haylı fikir yürüttük konuştuk. Genel Kurulda kabul edilirse, ondan sonra nasıl bir yol izleyeceğimizi haylı konuştuk. Fakat benim duyumlarıma göre bizim bu özedönüş çalışma projemizi kabul etmiyeceklerini dedelere söyledim. Bazı dedeler benim kuşkulandığıma hak verdiler ve olabilir dediler. Bazı dedeler’de hayır, böyle bir şey olamaz diye düşüncelerini söylediler. Dede’leri dinledikten sonra, ben, bu güne kadar biz dedeleri uzun yıllar kullaandılar ve oyaladılar. Bizim istemediğimiz Sunni, ateist yazarları davet edip, Alevi toplumuna inançsızlığı aşılamaya çaliştıklarını tek-tek anlattım. Sonunda da Bakın dedeler, eğer bizim bu özedönüş çalışma projemiz kabul edilmazse, bizi daha fazla kullanmalarına müsaade etmiyeceğim. Yazdığım istifa kağıdını göstererek, ben istifa edeceğim, hepiniz bilin dedim. Bu konuşmnın sonunda dedelerin hepside o zaman bizde istifa ederiz diye hepside ikrar ettiler. Cumartesi sabah oldu Köln’deki Federasyon binasının büyük salonu dernek delegeleriyle doldu. Divan heyyeti seçildi, konuşmalar başladı, her kurulun çalışma raporu okundu.
Sıra Dede’lere geldi. Ben kalktım iki sene içindeki çalışmalarımızı okudum. Sonunda bu hazırladığımız çalışma özedönüş projesini okurken, projenin Birinci Maddesi, “Dede’ler Kurulu Yönetimi, Alevi inancı konusunda aldığı kararlara FederasyonYönetim Kurulu karışamaz, Dede’ler, Federasyon bünyesinde bir kurul olmakla birlikte, dede’ler kuruluna bağlı olarak, özgürce hizmet verirler. İkinci maddesi: Federasyon yönetim Kurulu, Sosyal, kültürel ve siyasi aldıkları kararlarına’da, Dede’ler Kurulu Yönetimi karışamaz”. Diye okumaya devam ederken, bitmesini beklemeye tahammül edemeyen. Turgut Öker, “Ne o, başımıza Ruhbanlar’mı getiriyorsun. Ben o cahil Dede’lerin emrine’mi gireceğim! onlar federasyon Yönetiminin emrinde olacaklar. Bizim gönderdiğimiz derneklere hizmet verecekler. Bize bağlı olmayan hiçbir derneğe hizmet veremezler ve bizim gitme dediğimiz derneğe’de gidemezler”. Dedikten sonra bizim Hazırlayıp okuduğumuz Dede’ler özedöüş çalışma projesi oya sunuldu. Ne yazık ki çoğunlukla hayır oyu verildi ve kabul edilmedi.
O zamanki tarihde hizmet verilmesini istemediği dernekler! Bağımsız ve Cem Vakfına bağlı olan dernekler’di’ AABF Derneklerindeki dedelerin Cem vakfına bağlı olan derneklere inançsal hizmet vermelerini engelliyordu. Ben konuşmamın sonunda; Eğer dedeler bu gibi Alevi inancından haberi olmayan, Pir’siz ve ikrarsız kişilerin emrinde olacaksa, böyle bir hizmeti kabul etmem mümkün değil. İstifa ediyorum dedim ve istifa dilekçemi divana verdim. Akşam beraber konuştuğumuz ikrar veren, Dedelerden, sekiz Dede benimle beraber istifa ettiler. Yalnız, Cafer Kaplan, Ali İşlek ve Rahmetli Ali Düzgün dede istifa etmediler.
Allah aşkına, hiç gördünüzmü! Siz bir pir’i cem yapmaya, cenaze erkanına veya sünnet erkanına davet edeceksiniz. Pir sana diyecek ki, sen benim derneğimde değilsin veya sen benim bulunduğum Federasyon’a bağlı derneğe kayıtlı değilsin. Onun için ben sizin ceminizi yapmam veya cenazenizi kaldırmam diyebilirmisiniz? Alevi yolu erkanı bunu hiç kabul edermi? Federasyon bu insanlığa sığmayan, Alevi inancının, yol ve erkanının kabul etmediği, insanlık dışı düzeni biz dedeler üzerinde uygulamak istedi. Biz kabul etmemiştik. Bizden sonra bir takım menfaat ve kariyer için uğraşan iki yüzlü olanlar, akşam ikrar verip, ikrarında dönenler Hasan Kılavuzun önünde kapu kulu gibi sıraya girdiler.
Turgut Öker zamanında çıkarcı dede’ler, Federasyon Yönetimi emrine girmiş oldular. Arada bir yıl geçmişti ki, dedeler Kurulu başkanlığına getirdikleri Hasan Kılavuz Hürriyet Gaztesine Alevi inancını İslam’dan uzaklaştıracak bayanetler vermeğe başladı. O zaman Turgut’la, Hasan kılavuza iki defa dört sayfalık mektup yazdım. Bunlar hiç cevap vermediler. Bu mektuplarım birilerinin kanalıyla Hürriyet gaztesine ulaşmış. Gazete benim o mektuplarımı bölerek bir hafta; “Bakın Derviş Tur’un feryadına”, “Alevi birlikleri Federasyon başkanı Turgut Öker ve Dedeler Kurulu başkanı Hasan Kılavuz olan şahıslar, Alevi inancını ateist’likmiş gibi göstererek, İslam’dan koparmaya çalışıyorlar. Diye gazete benim ağzımla bar-bar bağırdı. Fakat bizim duyarsız insanlarımız duymadılar bile. Bu duyarsız ve bilgisiz insanlardan güç alan, Alevi inancına inanmayan iki yüzlüler, meydanı boş buldukca emellerine ulaştılar.

OFFENBURG DEDE‟LER KURULTAYI‟NA Gidişim

29.04.2006 tarihinde yapılacak Dede‟ler Kurultayı için bizim Dernek başkanı Efendi Yıldıırm‟a, Turgut telefon eder “ Derviş Dede‟yi delege olarak Dede‟ler Kurultayına göndermeyin! Başka bir Dede gönderin” diye emir vermiş. Ben, Efendi Offenburg dedeler kuruluna benimle beraber başka gelecek dede varmı? Diye sorduğumda: Yok, bu sefer sen dedeler kurultayına gitmeyeceksin. Niye, ne demek oluyor? 25 yıldır bu derneğin inçsal hizmetini ben yapmıyomuyum? Efendi, “hayır sen bu derneğin dedesi değilsin diye yüzüme durdu”. Efendi, yönetim kimi gönderirse o gider. Derneğin Dede‟liğini kuruluşundan itibaren ben yaptığım halde, verilen emire uyarak, bir Dede çocuğunu gönderdi. O eline mikrofon verip yetiştirdiğimiz adamın %180 dönüşü çok zoruma gitmişti. Şunu hepimizin iyi bilmesi gerekir. Bir görevi, layık olmayan cahil birisine verirsen, her türlü kötülüğün ondan geleceğini düşünmelisin? Derneklerinde seminer verdiğim, Cem yaptığım Benzberg derneği bunu duyunca, beni derneklerinini Dede’si olarak göstermişler. Ben de Benzberg Derneği adına gittim.
Federasyon‟da çalışan bayanlar, girişte, kontrol ederek içeri alıyorlar. Ben tam kontrol noktasına geldim, beni gören bayan: “Dedem bize emir verildi, sen içeri giremezsin!”. Bunu duyan etrafımdaki Dedeler itiraz edince beni içeri aldılar. Toplantı başladı, AABF Yönetim Kurulu‟nun hazırladığı Dede‟ler Tüzüğü okundu. Tüzük, Balkan Bektaşileri‟nin sistemi gibi Seyyid‟i Saadet, Evlad-ı Resul soyunu ortadan kaldırmış. Ben söz aldım, bu duruma itiraz ettim. Sen mi tüzüğü eleştirirsin. Hemen Turgut, arkasında Nejdet, ve Necati Şahin olmak üzere, benim toplantıya girme hakkımın olmadığını haykırdılar. Necati şahin: “Derviş Dede, bir zamanlar sen bizi ateist’siniz diye derneklere sokmuyordun. şimdi, biz, seni bu toplantıdan kovuyoruz, çık burada git!!!” diye bağırdı.
Toplantıda, Seyyid soyundan olan, olmayan, Alevi inancı‟na inanan ve inanmayan 300‟ün üzerinde sözde Dede vardı. Allah Rahmet eylesin. Şükrü Ağcagül Dede: “Allah‟tan korkun, bu kurumları kuran, bugüne getiren, yıllarca emek veren Derviş Dede‟ye nasıl bunu yaparsınız?” diye savundu. Necati Şahin: “istiyorsan sen de beraber git!” dedi. Mürsel Gani Dede ve Abbas Akbaba Dede beni savunmaya kalktılar. Fakat Divan Başkanlığı‟nı yapan Hıdır Temel adamları konuşturmadı.
Hıdır, 1993 yılından itibaren AABF Yönetimi ile beraber olan ve onlara çanak tutan iki yüzlü bir Seyyid evladıydı. şimdi, eskiden yaptıklarından utanmadan, Turgut‟a karşı geliyor ve Dede‟lik yapmaya kalkışıyor. “Derviş Dede haklıydı!” diyor. Ben o zaman yazdıkları inaç kurulu iç tüzükle, Alevi İnancının kutsal değerlerini yok ediyorlar diye karşı gelirken. Bu gün Hz. Muhammedi Kur’anı Ehlibeyt İslam’ını kabul etmiyoruz diyen, Federasyon düşüncesini destekleyen yağcı Dedeler onlar değilmiydi. Bugün Dergâh kuran dedelerin hepside oradaydılar. Şimdi onlara soruyorum! Neden o gün başlarını önüne eydiler’de. Tiyatrocu Necati Şahin’e, Turgut’a karşı sesleri çıkmadı? Neden iki yüzlülük yaptılar. Şimdide utanmadan yaşanarak gelen Alevi inancının özünü savunuyorlar. Hz. Ali’nin bir sözü var. Diyorki: “Hakkını savunmayan kişi hakını kaybettiği gibi, şeref haysiyetinide kaybeder”. Diğer Dedeler hepsi de başını önüne eğdi, kimse sesini çıkarmadı. Divan Başkanlığı‟nı yapan Hıdır Temel “Derviş Dede, lütfen çıkın ki biz toplantımıza devam edelim!!!” Deyince, ben daha fazla huzursuzluk olmasın diye toplantıyı terk ettim.
Suçum Alevi inancı‟ndan taviz vermemekti. AABF Başkanı ve yandaşlarının bana cephe almalarının tek sebebi, benim, onların kendi idoolojilerine göre yaratmak istedikleri, uydurma Alevi inanç rituellerine karşı çıkmamdır. Aramızda başka hiçbir husumet yoktur. Peki, ben Alevi Kamuoyunun vicdanına soruyorum: “Ben küçüklükten beri ailemde Alevi inancını, Rehberi ile, Pir‟i ile, Mürşüd‟ü ile, Müsahibi ile, Cem‟i ile, görgüsü ile, sorgusu ile yaşamışım ve bu günde yaşatıyorum. Benim kutsal olarak inandığım ve yaşadığım inancımı tersyüz çevirerek bana anlatmaya çalışıyorlar. Bu yanlışlığa inancı olan hangi Seyyidi Saadet Evladı Resul soyunda olan tahammül eder?” Ne yazık ki, iki yüzlü, sözde Seyit soyundayız diyenlerin! boyun eğdiklerine şadit oldum.
Yeni bir Alevi inancı yaratmak isteyenlere bakıyorum. Pir tanımıyor, Rehber tanımıyor, Mürşüd tanımıyor, Müsahib‟i yok, İkrar verip yola talip olmamış; bir gün Pir huzurunda özünü Dâr‟a çekip alnı secdeye gelmemiş, yoldan, erkândan haberi yok. inancımıza göre, Ham Evrah, Alevi inancıyla ilgisi olmayan. Fakat ne yazık ki, Alevi Kurumları‟nın başına geçmişler, Alevi inancına düzen vermeye kalkıyorlar. işte ben bugüne kadar, bu sahte Alevilere karşı çıktım ve sağ olduğum müddetçe de bu Alevi inancı‟nı asimle etmeye kalkanlara her zaman karşı çıkacağım. işte o zihniyette olan kişilerin bana düşmanlıkları da bu yüzden.
Bu mücadele beni çok yormuştu. Federasyon’u kuran kendi derneğimizde seçim oldu. beni tekrar dernek başkanı, Müsahibim’i genel sekreter seçtiler. Derneğimizde hizmet verdim. Federasyon başkanlığım zamanı hariç 2014 yılına kadar derneğimizde ve çağıran diğer derneklerde hizmet vermeğe devam ettim. Ayrıca bu 35 yıl içinde hatırlayamayacağım ve sayamayacağım kadar Almanya ve diğer Avrupa devletlerinde ki eski kurulan dernelere ya cem yapmışımdır veya seminer vermişimdir. Bazı derneklerede defalarca hizmet verdim. Bu 35 yıl Alevi Ehlibeyt islam inancına hızmet ederken, 2002 yılnda ALEVİLİĞİN İSLAM’DA YERİ VE ALEVİ ERKÂNLARI KONULU “ERKÂNNAME” kitabımı 500 sayfa olarak Almanya’nın Köln şehrinde bastırıp çıkarttım. Bütün derneklere dağıttım ki dedeler inançsal hizmetlerini yapabilsin. Alevi toplumu’da Alevi inancı hakkında bilinçlensin. 3000 Erkânname kitap iki senede bitti. 2005’de ikinci baskı olarak 3000 Erkânname kitap’ta İstanbul’da bastırdım. Onlarda 2012’de bitti. Bende bu arada 2002’den 2012’ye kadar Erkânname kitabıma ilave edilecek birçok eksik gördüklerimi yazmıştım.
Erkânname kitabıma ilave edilmesini öngördüğüm 300 sayfayıda ilave ettim. Üçüncü baskı 800 sayfa olarak 2012 tarihinde basıldı. Benim açımda bunlar kendi inandığım inancıma verdiğim bir hizmettir. Fakat bu inançsal hizmetim devam ettikce, Alevi inancına inanmayan, inancı kendi emellerine göre ateistlik’miş gibi göstermeye çalışanların hedefi oldum. Bizim kurduğumuz Alevi derneklerini ve Alevi Federasyonu’nu kendileri kurmuşlar yalanıyla, yeni gelen Alevi çocuklarının beyinlerini yıkayarak, her tarafta alehime asılsız sanaryolar yarattılar. Maksatları, toplumun içinde Derviş Dede’nin inançsal hizmetine verdikleri değeri, (Değeresizleştirmekti). Bu gibi yalan, iftiralar hat safhasını aşınca, “AVRUPA’DA İLK ALEVİ YAPILANMASI” kitabımı yazdım. Her anlattığım konunun belgesini ve Federasyon’un Mainz Ordnungamt’da resmi kuruluş belgesi dahil, bir tarihi kitap olarak çıkarttım. Biraz olsun eskisi kadar iftira edip yalan söliyemeselerde, yalancının , ikiyüzlünün, iftiracının önü alınmıyor. Yeni-yeni sanaryolar yaratarak, her yaptığımız inançsal hizmeti çarpıtarak, Alevi toplumuna tersini anlatıp, yalan ve iftiradan geri kalmıyorlar.
2014 Tarihinde biz Türkiye’ye izine gitmiştik. İzmir Narlıdere ev adresime İstanbul’dan bir mektup geldi. Mektubu açtım ki davatiye şeklinde bir yazı Şöyle başlıyor: “Saygıdeğer,Seyit Derviş Tur Dede, Ramazan orucunun dokuzunda biz İstanbul daki ve diğer Ankara’da gelecek Devlet erkanına, Aleviler olarak bir İftar, barış yemeği vereceğiz, soframızı sizin duanızla açmak istiyoruz. Lütfen zahmet buyurup gelirseniz çok memnun oluruz. Saygılarımızla ellerinizden öperiz”. Altındaki isimler, 1- Adnan Polat, 2’inci Zetnal Abidin Eren ? Bunların ikiside İstanbul’da sayılı Alevi iş adamları. Biz eşimle, benim bu davete gitmemi kararlaştırdık. Fakat Alevi toplumu hakkımızda, görüyormusun, zengin ve çıkar olan yere dede nasıl koşup gidiyor derler diye, bir ara gitmekten vaz geçtim. Sonra düşündük ki Berlin’de oturan oğluma telefon edelim. Benim uçak biletimi gidiş dönüş alırsa, onların otelinde de bir gece yatmamı Almanya’da ödeyerek rezervasyonunu yaparsa, o zaman giderim. Biz onlardan uçak bileti istemezsek ve orada gidipde Onlarla ilişki kurmazsam, bana yol parası veya lokma vermelerine fırsat vermemiş olursam. Kimsede bir şey diyemez. Bizde inancımıza bir hizmet yapmış oluruz. Bu programladığımız gibi gittim. Aynende düşündüğümüz gibi oldu. Oğlumun aldığı uçak bileti ve otelde ödeyerek yaptığı rezarvasyonla gittim ve geldim.
Oğlum Kenan, bana uçak biletini ve otel rezervasyonunu gönderdi. Ben İzmirde sabah uçağıyla istanbula uçtum. Hava alanında adresi taksiciye verdim beni verilen adrese götürdü. Otel beş yıldızlı kırk katlı bir resistans. Girişte rezepsitona gittim ismimi söyledim bana ayrılan oda 24’üncü kattaymış, beni hemen odama çıkarttılar. Toplantı saatına beş saat vardı, odamda istirahata çekildim. Yarım saat kala aşağı salona indim ki, ne ineyim her taraf bizim Ankara, İzmir, İstanbul dernek yöneticileri ile dolmuş. Beni gören birçok dernek töneticileri etrafımı sardılar. Tabi bütün soruları Avrupa’da nasıl gidiyor. O sırada Prof. Osman Eğri içeri girdi, haa Derviş Dede sendemi burdasın diyerek direk yanıma geldi. Hoş beşden sonra, Osman, “Dede seni ne diye davet ettiler” diye bana soru sordu. Bende kendisine Sofralarına dua vermek için davet ettiler diye davetiyeyi gösterdim.
Çorum’lu Alevi olan Prof. Osman Eğri, Dede sizin başka bir talebiniz veya isteğiniz olacakmı? Daha ben cevap vermeden, etrafımızdaki dernek başkanları ve dedeler hep bir ağızda, sanki sözleşmişler gibi, “Daha ne isteyelim ki, bizi Reisi Cumhurun sofrasın davet etmişler”. Bu cümleyi öyle bir sevinçle söyledilerki tarif edemem. Biz bunlara hayretle bakınca usulca etrafımızda dağıldılar. Ben bu duruma çok üzüldüm. Gördünmü Osman bey, bizim insanlarımız ne kadar aciz ve zavallı, bir yemek daveti sanki kendilerine büyük bir hak verilmiş gibi ne kadar seviniyorlar. Biraz sonra Osman, “Dede ben seni tanıyorum, sen muhakkak bir şeyler istersin” diye sorunca. Ben’de Cem evlerinin resmi sıtatüsünü ve köprünün ismini değiştirmelerini istiyeceğim dedim. “Osman bey, vallahi çok iyi düşünmüşsün”. Biz daha sohbet ederken protokola oturacak davet edilenlerin isimleri okundu. Benim ismim okununca, bende gittim, bir bey benim kolumdan tutu, gel dedem diyerek protokoldaki ismim yazılı olan yerime oturttu.

Tahmini enaz 300 veya 400 davetli vardı Halkın çoğunluğu bizim Alevi dernekleriydi. Fakat okadar düzenliki herkesin oturacağı masada ismi yazılı. Bütün herkes içeri alındıktan sonra Reisicumhur Gül, Bülent Arnıç ile beraber geldiler. Gül ve arınç tek- tek protokoldaki davetliler ile tokalaştılar. Tabi herkes tokalaşırken ismini söyleyerek kendini tanıtıyorlar. Bana gelince ben Seyit Derviş Tur Dede deyince, yüzüme bakarak Erkanname Kitabı, evet diye karşılık verdim. “Çok değerli bir kitap yazdınız Teşekkür ederim dedi” ve diğerleriyle tokalaşarak gitti yerine oturdu. Tam İftar zamanı gelmişti çok kısa iki ayetlik bir kur’an okundu, arkasına ezan okundu. Herkes Besmele ile iftarını açarken Şöyle bir anons yapıldı. “Baba Mansur ocağında, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun kurucu başkanı Seyyit Derviş Tur Dede’yi sofra duası vermesi için kürsüye davet ediyoruz, buyursun”: inanın bu künyemi kim onlara vermiş halen bilmiyorum. Ben çıktım kürsüde dua’ya başlayınca herkes yemeyi bıraktı sessizce amin diyerek duayı dinlediler.
Duayı bitirince kürsüde inmedim. Şöyle başlayarak isteklerde bulundum. “Kusura bakmayın dertli söylegen olur. Ben şimdi burada sayın Cumhur Başkanımızda iki istekde bulunacağım ve rica ediyorum. Bizim Cem Evlerimizin resmi statuya kavuşturmasını artık uzatmayın. Sizden ricam, benim içinde ibadet ettiğim mekan, benim için en kutsal ibadethanedir. Bu mekana bir başkası tarafından burası ibadethane değil demesine hakkı yoktur. Lütfen bir an evvel bu problemi ortada kaldırmakla vatana ve bu millete en iyi hizmeti yapmış olursunuz: İkinci istğim! Üçüncü Köprü yapılıyor, bu köprünün ismine Yavuz Sultan Selim ismi vermişsiniz. Yavuz Sultan Selim çok büyük Alevi katliamı yapmıştır. Yalnız İstanbul’dan, Çaldıran’a gidinceye kadar, resmi kayıtlara göre 40,000 Alevi katletmiştir. Onun için Aleviler Yavuz Sultan Selim adına alerji duyuyoruz. Ben Alevi Dede’si olarakda bu kadar insan öldürene alerji duyuyorum. Sizden ricam bu köprünün ismini, Barışı, dostluğu sevgiyi insanlığa sunan, Yunus Emre ismini vermenizi rica ediyorum dedim. Gazteciler üstüme uçuştular. İnanın ben doğru yemekde yiyemedim.

Yemekten sonra Bülent Arınç çıktı Cem evlerini resmiyete kavuşturmak Bizim elimizde değilki çıkarıp dede’ye verelim. Devrim kanunlarını bahane ederek o konuyu kapattı. Yavuz Sultan Selim ismine gelince, demez’miki o devirde zaten dünyada 40,000 alevi yoktu. Dedenin verdiği sayı katiyen doğru değildir diyerek kurtulduğunu tahmin etti. Kendi hesabında beni bilgisizlikle itham etti. Fakat tam kürsüde inip yerine giderken, İzmir’de benim dini sohbetlerimi dinleyen, beni çok iyi tanıyan İlahiyetci Harun bey Bülent Arınc’ın yanına gitti ve bana seslendi, Dede kitap yanında varmı? Ben evet var deyince, bir kitap al buraya gel. Ben yanlarına gidince, Harun bey, “Bakanım bu dede diğer dede’lere benzemez. O konuşurken ya Kur’an kaynaklı veya tarih kaynaklı konuşur. Bu 800 sayfalık kitabı bu dede yazmıştır. İçinde Hem İslam tarihi var, hemde bütün erkânlarıyla Alevi inancını açıklayan bir kitaptır. Bana döndü, Dede imzala bakanıma verelim. İmzaladığım kitabı Bülent Arınc’a verdik. Harun bey, Dede bir kitab’da getir Cumhur Başkanımıza verelim değince, Cumhur Başkaı Gül, Dede bana göndermişti, o kitap bende var diye cevap verrdi.
Ben Türkiye’de Alevi toplumu için böyle bir hizmet verirken. Bütün gazeteler boy- boy Alevi Dede’si Cumhur başkanında Cem evlerinin resmi sıtatüye kavuşturmaları talebinde bulundu. Seyit derviş Tur, Cumhur Başkanında üçüncü köprünün ismini Yavuz Sultan Selim koydunuz, lütfen onu değiştirin. Çünki Yavuz Sultan Selim İstanbuldan Çaldırana gidince, resmi kaynaklara göre 40,000 Kırk bin Alevi katletmiştir. Onun için biz Aleviler Yavuz Sultan Selim ismine alerji duyarız. Köprünün ismini Yunus Emre ile değiştirin talebinde bulunmuştur diye Gazeteler 3-4 gün baş sayfalarda bu konu devam edince. Almanyada Alevi Birlikleri Federasyonu başkanı ve inanç kurulu başkanı çekememezlikden çok rahatsız olmuşlar. Hakkımda iki sayfa dolu inanılmaz hakaret dolu iftiralar yazmışlar. O yetmemiş gibi son cümleleri , tam kendilerine yakışan sıfatlarını ortaya koymuşlar. “Derviş Tur, Pir Sultanın köpeklerinin yemediği yemeği gitti yedi”. Diye yazanlar. Sözde Seyit soyundalar. Cafer kaplan Dedeler kurulu başkanı. Hüseyin Mat Kureyş ocağında Federasyon Başkanı. Benim sofrasına dua verdiğim kişiler. Adnan Polat Erzurum’un Aşkale kazasının köylerinde Lolan aşiretinde yol talibi. Zeynal Abidin Eren Malatya’lı Auçan ocağında, seyit soyunda. Her ikiside Alevi, biri Dede, biri talip. Ne yazık’ki bir insan, hırsının, nefsinin, benliğinin, egosunun esiri olursa doğruları göremez. Çevresine de olmadık iftiraları rahatlıkla yapar. Bu gibiler, soyuna’da rahatlıkla ihanetlikde bulunurlar. Ben kendilerine cevap vermedim. Çünki onlar kendi karekterlerini, ahlaklarını ve sıfatlarını ortaya koymuşlar. Alla islah etsin.

2016’nın Nisan ayında eşimle birlikte İran’a gittik. İran’daki izlenimlerimi, “İMAM RIZA TÜRBESİ VE İRAN ANILARIM” diye kitap olarak bastırdım. 35 yıl devamlı bu hizmetleri yaparken, Dede’siyle talibiyle, Alevi yol ve erkânlarını, yapabildiğim kadar öğretmeğe çalıştım. Yaz aylarında uzun zaman Türkiye’de kalıyordum. 2016’nın temuz ayı. kendi çapımda Türkiye’de de Gümüldür Derneğinde ve diyer çağıran derneklerede hizmet verirken; Almanya’dan bir telefon geldi. “Dede biliyormusun, burada bir dernek kurma çalışması var. Bunun’da başında Mürsel Gani Dede ve Baki güngör diye biri var. Seninde içinde olduğunu etrafa söyliyorlar. Bunların arkasında kimlerin olduğu belli değil. Fakat Mürsel Dede bu Baki Güngür’ü ve onun amcasının oğlu, mürsel dede’ninde kız torunu olan bir genç var. Fakat bunlar Seyit değiller. Mürsel Dede onları Seyit olarak tanıtmak için, çaba gösteriyor. Haberin olsun. Sen bunların içine girmezsen çok iyi yaparsın.
İki ay sonra Almanya’ya geldim. Bu kuruluşun içinde kimler var diye biraz sordum soruşturdum, herkes birşeyler diyor. Mürsel Dede bana birkaç defa telefonda anlatmaya çalıştıysa, ben kuşkuyla bakıyordum. 2017’inin iki veya üçüncü ayında olduğunu hatırlıyorum. Mannheim^da yapacakları toplantıya, Mürsel Dede benim katılmamı rica etti. Ailece düşündük, uzak durmaktansa, bir katılalım bakalım, bu kuruluşta kimler var. Hangi düşünceyle kuruyorlar amaçları nedir? Verdikleri adrese gittik, içeri girdiğimde masada, Mürsel Dede, Abbas Akbaba Dede, Hüseyin Aksoy (Borro) Dede, Naci Toksoy Dede, Hamza Kurnaz Dede, bu beş Dede’de tanıdığım bildiğim Dede’ler. Israrla benide yanlarına oturttular. Başladılar kuruluşun amacını bana anlatmaya. Fakat ben kuşkuyla yaklaşıyorum. Mürsel Dede, benim 93’de yazdığım Özedönüş projesini bu canlara anlatarak teşfik ettiğini anlattı.
İlk bu konu olduğu gün Baki Güngör’de orada olduğunu, ondan sonra hiçbir toplantılarına almadıklarını israrla söyledi. Diğer dedelerde Mürsel Dede’yi doğruladılar. Bende kendilerine, Baki Güngör canı hiç tanımadığımı, fakat arkasında çok çirkin dedi kodular dolaştığını duyuyorum. Bu söylentilerin ne derece doğru olduğunu bilmiyorum. Belkide bunların hepsi iftiradır. Vebali söyleyenlerin boynuna. Bildiğim tek bir şey varsa, bu canın isminede, ellerinede kir bulaştı. Yolumuz gereği kendini aklatıp temizlemediği müddetce yolumuz gereği onunla çalışılmaz. Benim sizle çalışmamı istiyorsanız, bir gün, birinizin o kişiyle ilişkinizi duyar veya görürsem, hemen ayrılıurım dedim. Onlarda kabul ettiler ve ben böylece, özedönüş Ali Yolu, Alevi İslam gurubuna katıldım.
“Özedönüş, Alevi İslam toplumu Ali Yolu”, henuz kuruluş aşamasındaydı. Taslak halinde olan tüzüğü bana getirdiler. Ben okudum baktım ki, diğer canlarımızda dernek olarak düşünmemişler. Bilakis inanç kurulu olarak düşünmüşler. Taslak tüzük 64 sayfaydı. Bizim evde tüzük için tekrar bir arya gekdik. Turan İnaç, Ali Kaykı dede, Ersan Arseven bey ve Hasan dede ile İki hafta sonu ikişer gün olmak üzere dört gün sabahdan akşam geç vakite kadar, bütün otuz yıllık geçmişimizide düşünerek çalıştık. Amacımız bu hazırlanacak tüzük, Alevi Ehlibeyt inancının asimle olmasına fırsat vermesin. İnancımızı özüne uygun olarak yaşatmasına hizmet etsin. Almanya Üniversitelerinde Alevi İslam Kürsüsü kurmak ve onunla birlikte Din eğitim merkezi olan Dergâh eğitim sistemini kurup. İnanç önderliği yapmak isteyen genç dedeleri eğiterek Ehlibeyt Alevi inancının hizmetine sunmaktır. Neticede bilebildiğimiz kadar, inancımıza hizmet verecek 53 sayfalık arzu ettiğimiz tüzüğü tamamladık, Darmstad Ordnungsamt’a verdik. Alman’cası, “ALİ YOLU–ALEVİTİSCH İSLAMİSCHE GEMEİNDE” e.V. (i.Gr.) olarak resmiyetini kazandı. 2020 Mart ayında da vergiden muaf (Gemeindenutzung) hakkınıda aldı. 2017 yılından bu güne kadar, Özedönüş Alevi İslam kurumu içinde karınca kararınca hizmet vermeye çalışıyorum. Ömrüm oldukcada hizmet vermeye çalışacağım.
Otuz beş yıldır, Alevi Ehlibeyt inancına hizmet ederek, Alevi toplumuna fikren veya yazılı olarak birşeyler vemek için çabaladım. Erkânname kitabımı yirmi yılda 800 sayfaya ancak tamamlayabildim. Fakat kendimi hiç sorgulamadım. Allah’a hamdü senalar olsun. Milyonlarca şükürler olsunki ben bu yolun neresindeğim diye uyandım ve kendimi sorgularken; ZAHİRİ VE BATİNİ YÖNLERİYLE ALEVİ İSLAM İNANCI anlamlı “ŞAHA GİDEN YOL” kitabımı 2019 tarihinde bastırp çıkarttım. Bu kitap’da kendimi bulmaya çalıştım. O yüce yaradan ruhsat ederse, sağlığım el verirse, bu ruh bu bedenden ayrılmadıkca hizmetime devam edeceğim.

Bütün okurlarıma aşkı muhabbetlerimi sunarım. Aşk ile.