VEDA HACI – KADİRİ HUM OLAYI, İSLAM’I AYIRAN İLK KIVILCIMDIR

KADİRİ HUM  TARİHİ.  ALEVİLERİN  KUTSAL  BAYRAMIDIR:                        

Kadir Hum Bayramı bütün Ehlibeyt mühübbanı olan canlarımız için hayırlı olsun. Hz. Ali’nin Maide Süresinin 67’inci ayetiyle emredilen velayetini canı gönülden  kutluyorum. Kadir Hum Bayramımız bütün Ehlibeyt dostları için hayırlı olmasını diliyorum..

            Çok değerli dostlar, burada 1992’den bu güne kadar yapmak istediğimiz, fakat bazı engeller yüzünde, yapamadığımız kutsal bir hizmeti açıklamak istiyorum. Sene 1992 Arap Alevileri televizyonda kadir Hum’da Hz. Muhammed, görevi  Hz.Ali’ye devrettiğini ve velayetini verdiğini. Kendisinden sonra İslamın yöneticisi olduğu ilan edilen mekân olarak. Kadir’i Hum denen bölgede 15 Mart 632 tarihinde gerçekleştiğini anlattılar. Onun için Hz. Ali’ye görev verilen velâyet tarihi, Ehlibeyt dostlarının kutsal bayramıdır  diye açıkca  izah ettiler. Bu görev devrinin, Maide Süresinin 67’inci ayetinin emri olduğunu çok iyi anlatmışlardı. Biz eşimle beraber bu programı dinledikten sonra. Aramızda şöyle bir konuşma geçti.

            Avrupada Alevi inancını henuz yeni yeşerirken. Hz. Ali’ye devredilem Peygamber’in vasiliğini ve velayetini. Kadir’i Hum olayının kutsallığınıda topluma anlatarak Kadir Hum bayramının yapılmasına hizmet edelim. Anadolu Alevileri Osmanlı soy kırımının baskıları yüzünden, yüz yıllardır yapamadılar. Onun içinde, bu günlere kadar devam ettirememişiz.  Biz bu olayı, Federasyon Yönetim Kurulu arkadaşlara anlatalım. Zaten Alevi İnancı Avrupa’da yeni gündeme geliyor. Kadir Hum Bayramınıda beraber yapmaya başlatalım diye düşündük. Kadiri Hum konusunu; Cumartesi Yönetim Kurulu Toplantısın götürmeyi kendi aramızda kararlaştırdık.

            Cumartesi oldu, derneğe gittik. Yönetim Kururlu arkadaşları. Ahmet Aydemir, İsmail Yağlı, Musa Bakır. İsmail Elçioğlu, Sabit Yıldız benimle birlikte Federasyon’un ve derneklerin gündemde olan problemlerini görüştükten sonra dilek ve temennilerde ben Televizyonda gördüklerimi anlattım. Meyerse arkadaşların çoğu o programı seyretmiş. Ben şöyle bir teklif sundum. “Arkadaşlar biz, Allah’ın kuluyuz, Muhammed’in Ümmetiyiz, Ehlibeyt’in bendesiyiz. Kendimize öyle diyormuyuz?  Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’in vasisi, vekili ve Ehlibeyti temsil ediyor diye inanıyormuyuz? Hz. Ali’nin Kâbede doğduğu kutsal değerini kim inkar edebilir? Peki Hz. Ali’ye verilen bu kutsal görevin gününü neden bayram olarak yapmıyoruz? Bakın İslam Dünyasında yaşayan bütün Ehlibeyt dostları Kadir Hum gününde olan olayları ve sonradan yapılmış ihanetleri anlatarak, gelecek nesillerine taşıyorlar ve Bayram olarak’da kutluyorlar. Arkadaşlar bizde Avrupa’da daha yeni yeni Alevi inancını toplumun yaşamına sokmaya çalışıyoruz. Kadiri Hum Bayramınıda bu çalışmalarımızın içine alırsak. Toplum’da Alevi inancının kutsal bir değeridir diye kabul ederler. Gelecek sene çıkaracağımız takvime korsak veya Önceden bütün derneklerimize şu gün Kadir Hum bayramımızdır dersek. Böylece bir hizmete daha başlamış oluruz diye sözümü bitirdim.

            İnanınki, hiçbir arkadaşın itirazı olmadı. Bu konuda ilk sözü Müsahibim Ahmet Aydemir aldı. “Arkadaşlar! Başkan’ın söylediklerine hiçbir itirazım yoktur ve teklifinide haklı görüyorum. Fakat başkana soruyorum! 14 yaşına kadar Erzincan’da yaşamış. O zaman içerisinde Kadiri Hum Bayramı diye bir Bayram duymuş’mu veya görmüş’mü? Bana gelince, ben Askeri liseyi Erzincan’da okudum. Köyümüze her zaman dedeler gelirlerdi. Fakat ben ne dedelerden nede babalarımızda böyle bir bayram yaptıklarını görmedim ve duymadım. İnancımıza göre kutsalda olsa!  Şimdiye kadar babalarımızın, dedelerimizin yapmadığı bir Bayramı! Şimdi biz bunu ortaya getirirsek, bu kuruluşumuza ne getirir ne götürür onu düşünelim. Zaten bu ortamda biz Aleviliği hortlatıyormuşuz, diye karşımızda bizleri engellemeye çalışan siyasi bir ideoloji gurubuyla mucadela ediyoruz. Kadiri Hum Bayramınıda ortaya sürersek; Gördünüzmü! Bunlar Anadolu Alevi inancını İran Şiiliğine götürüyorlar. Bunlar Hümeyin’ciler diyerek. Alehimize kötü propoganda yaparlar. Başımıza ikinci bir dert daha alırız”. diye sözünü bitirdi. İsmail Yağlı söz aldı. “Çorum’da böyle bir Bayram görmediğini ve duymadığını anlatarak. Ahmet Aydemirin kuşkularını tastikledi. Diğer arkadaşlarda aynen kuşkularını dile getirdiler”. Haylı konuştukdan sonra şöyle bir karar aldık. Evet bu güne kadar  Kadiri Hum kutsallığını anadolu alavilerine anlatmamak. Seyitlerin, Dedelerin en büyük eksiklikleridir. Hele toplumca Kadir Hum Bayramını yapmamak’da Anadolu Alevilerin en büyük eksikliğidir. Nasıl ki dedelerimiz Osmanlı baskısı yüzünde birçok  değerlerimizi yapamamışlarsa, bizde bu ortamda  kadir Hum bayramı nı kutlayamayız. Bu ortamda bu konuyu askıya almak mecburiyetindeğiz. İnşallah ileri bir zamanda imkanlar olgunlaşır. Şartlar el verirse, bizde o zaman bu hizmetimizi yerine getiririz. Bayramımızı yaparız diye karara bağladık. 

            Ne hazık ki 1992’de bu kararı almıştık. 1993’de Federasyon Köln’e gitti. Yönetim değişti. AABF. Yönetiminin başına geçen yöneticilerinde böyle bir dertleri olmadığından dolayı  kadir Hum velayet konusu bu güne kadar dile getirilmedi. Şahıs olarak defalarca dile getidiğimiz zamanda bize destek veren olmadı. Bu gün Düzgün TV sayesinde göreceli medya imkanımız oldu da, tekrar Kadiri Hum kutsallığını anlatarak, kutsal Bayramımız olduğunu bilmeyen canlarımıza duyurmak istiyoruz.

1986’dan itibaren etrafımızı çenber gibi saran, Alevi inancının kutsal değerlerini ortada kaldırmaya çalışan çok örgütler ve insanlar töredi. Alevilik İslam dışıdır diyenler ile halen uğraşıyoruz. Düşünüyorum da inancına bağlı sessiz Alevi toplumu artık çekinmeden kimliğine sahip çıktığı zamanın geldiğine inanıyorum. 28 yıl evvel, imkânlar olgunlaşırda şartlar el verirse dediğimiz zaman gelmiştir. Dedelerimizin, babalarımızın bu güne kadar baskılar yüzünde yaşatamadıkları kutsal değerlerimizi bizler yaşatmak zorundayız Biliyorum, bizim Alevi toplumu içerisinde büyük bir bilgisiz kesim var. Ama bunlar herşeyi herkesten çok bilenlerdir. Birde Alevi inancına karşı siyasi Alevicilik oynayanlar var. Bunlar rahatsız olacaklar ve çok bilgi kirliliği yaratacaklar. Bizlerede acımasızca iftiralar yapacaklar. Fakat biz özümüzü Hak’ka tapşırmışız. “Kalsın gönül, Yol kalmasın” şiarıyla bu yola çıkmışız.

Veda Haccının Anlamı! Ve Hz. Muhamed’in okuduğu üç önemli hutbe  

Birinci hutbesi, Mina’da, Kan davalarını kaldırdı. İslamın kardeş oldukları hakkındadır.

İkincisi, Arafat’ta, devenin üzerinde verdiği hutbe kadınlar hakkındadır.

Üçüncü hutbesi, Mekke’den Medine’ye giderken, Gadir-i Hum denilen konaklama yerinde, Hz. Ali’ye velayetini verip kendinden sonra İslam’ın Halifesi ve yöneticisi olduğunu açıklamasıdır. Ayrıca Kur´an ve Ehli Beyti hakkındadır. Bu olay, Hicri- Zilhice Ayının 18.  Miladi- 25 Mart 632 tarihinde gerçekleşmiştir.

            Hz. Muhammed’in Hac hazırlığı: Miladi tarih. 22 Şubat 632 yılı. Hicri tarih. 10’uncu yılı 25 Zilkade veya Zilhice tarihinde, hac görevini yerine getirmek için bütün hazırlıklarını bitirmişti. Medine’den, Mekke’ye 40.000 kişilik bir kalabalıkla yola çıkmıştı. Hz Muhammed, bu hac görevi içerisinde okumuş olduğu hutbelerde veda edercesine konuşması ve ondan sonra Hakkın rahmetine ermesi, dünyadan gideceğinin mesajını vermişti. Onun için bu hacca, Veda Haccı denilmiştir. Bu olay, Hicri- Zilhice Ayının 18.  Miladi- 25 Mart 632 tarihinde gerçekleşmiştir.

          Hz. Muhammed, Mekke’den, Medine’ye hicret edeli ve hatta Mekke’yi fet edip Ebu Sufyanın elinde aldığı zaman dahi, Kâbe’yi hac anlamıyla tavaf edememişti. Kâbe Ali’nin doğduğu mekân. O kutsal Ruh kâbede insan bedenine büründüde Ali diye dünyaya geldi. Bu kutsal mekânın kutsal olduğunu Hz Muhammed kendisi biliyordu. Amma! Ümmeti Muhammede de kutsallaştırmak için, kendisinin hac anlamıyla bir defa olsun tavaf etmesi gerekliydi. Hz. Muhammed’de son hamlede işte onu yaptı.  

            Eğer Hz. Muhammed veda haccını yapmamış olsaydı. Müşrikler, Kâbenin kutsallığını da, kıbleyide ortada kaldırırdılardı veya yine putların mekanı yaparlardı. Peygamberin bu veda haccı, onun için çok önemlidir. Bu üçüncü Kadiri Hum hutbesini, bazı Sünni şeriatında olan, Emevi taraftarı çeşitli yorumlar getirerek, çarpıtmaya çalışıyorlar. Binlerce değişik ifadelerle eğip bükerek anlatırlar. Yüzlerce kitap yazdılar. Binlerce asılsız yorum getirirler, fakat anlam ve öz değişmedi.  Kanıtı, Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın yazdığı İslam tarihindedir.

            Hz Muhammed’in, Hacca gideceğini duyan diğer kabilelerden de birçok insan, Hz. Muhammed ile beraber Hac yapmak için Mekke’ye gelmişler. Bazı rivayetlere göre 100.000’lerin üzerinde insan, Mekke’ye toplanmıştır. Medine ile Mekke arasındaki yolculuk dokuz gün sürüyor. Hz. Muhammed, bir Mart veya 04 Zilhicce 632 Pazar günü Mekke’nin Beni Şeybe kapısından büyük bir kalabalıkla Haremi Şerife giriyor. Aynı gün tam yedi defa Kâbe’yi tavaf ediyor. Sonra Makam-ı İbrahim’e geçer, orada dua yaparken iki defa şükür secdesine varır. “Sünni şeriatında buna iki rekât namaz kıldı derler.” Hz. Muhammed’in yaptığı dua:

“Ya Rabbi! Şükür ve minnet sanadır. Bütün şan ve şerefler sanadır. Senden başka tapacak yoktur. Eşin, benzerin ve ortağın yoktur. Bütün bu mülkler senindir. Yaşatan ve öldüren sensin. Her şeye gücün yeter. Senin var olacak dediğin, var olur; yok olacak dediğin, yok olur. Ben kuluna yardım ettin. Senin hak dinine karşı gelenleri bozguna uğrattın. Ya Rabbim! Sen bu Kâbe’yi kutsal kıl. Şanını, şerefini ve ululuğunu artır” diyerek ibadetini yapar.

            İbadetini yapıp bitiren Hz. Muhammed, Sefa tepesine çıkar. Sonra Merve’ye varır. Sefa ile Merve arasında yedi defa gider gelir. Bu Sefa tepesi ile Merve tepesi arasındaki, yedi defa koşarak gidip gelmenin sebebi, Hz. İbrahim’in devrinde oralar henüz çölken karısı Hacer-i İsmail ile oraya bırakmıştı. İsmail henüz iki veya üç yaşlarında iken, içecek suları biter. İsmail ağlayarak annesinden su ister, Hacer de oğlu İsmail’e su bulmak için bu tepeler arasında yedi defa koşarak su arar ve bulamaz. Birçok kaynaklara göre İsmail ağlarken ayağını yere vurur, aynı anda zemzem suyu ayağını vurduğu yerden fışkırır. Onun için hacılar o tepeler arasında yedi defa koşarak gider, gelirler.

            Hz. Peygamber, Mekke içinde üç gün kalır. Zilhiccenin sekizine rastlayan perşembe günü, devesine binerek bütün hacılarla birlikte Mina’ya varır. O gece orada kalır, sabah Hz. Ali ile birlikte iki seç delik ibadetlerini yaparlar (iki rekât namazını kılar). Hz. Peygamber o gün Mina’da kurban kesilmesini emreder. Kendisi Medine’de kurban için 60 deve getirmişti. Bir gün önce Yemen’den gelen Hz. Ali de Peygambere armağan olarak 40 deve getirmişti. Bunların toplamı 100 deve idi. Hz. Muhammed, o gün Hz. Ali’yi kendine hac ortağı yaptı. 100 deveden 60’i kendi namına kurban edildi. Bu develerden her biri, kendi yaşında bir yıla isabet ettirerek kestirdi. 40 tanesi de Hz. Ali namına kurban edildi.

            Hz. Muhammed, kesilen bu 100 devenin etlerini, derilerini ve her şeyini halka dağıtmasını Hz. Ali’ye tembih etti. Hz. Ali de bunların hepsini halka dağıtır. Hz. Muhammed, kurban edilen bu 100 devenin hepsinin etinden birer parça ayrılmasını ve bunların birlikte bir çömlek içerisinde pişirilmesini emreder.. Sonra bu pişirilen eti Hz. Ali ve yanındaki sahbeler  ile birlikte yerler. Bunu yapmakla, cahiliye devrinden gelen, hâlâ devam eden, kestiği kurban etini, kesen kişi yiyemez âdetini ortadan kaldırmış oldu.

            Ertesi gün oradan da Arafat dağına çıkar. Orada da ikindi vakti olmasına rağmen, yine Hz. Ali ile birlikte iki seç delik ibadetini yapar. Cenabı Mevla’ya şükür ve senalarını sunar. Veda Haccı ve Tebük seferi, Hz. Muhammed’in yaşamının son yıllarını anlatır. Şam’a yakın olan Tebük çeşmesinin olduğu yer Medine’ye 14 konaklık yoldur. Hz. Muhammed bu yolculuk da yalnız konaklama yerlerinde, sabah, akşam, iki seç delik ibadet yaptığını (iki rekât namaz kıldığını) ve Veda Haccı sırasında da, Makamı İbrahim’de, Mina’da ve Arafat’ta da, iki seçdelik ibadet yaptığını, tarih kitapları yazar. Hz. Muhammed sabah ve akşam olarak günde iki vakit ibadet yapmıştır. Beş vakit İbadeti Hz. Muhammed’in yaşadığı zaman içinde bulamazsınız. Kur’anı kerinde’de bulamazsınız.

            Emevi taraftarı,İki secdelik ibadeti pek konu yapmazlar, çünki Muaviya’nın getirdiği beş vakit ortadan kalkar diye. İnadına beş vakiti Emevi İslam toplumuna dayatırlar. Sonra Müslümanlar beş vakit namazı kılmazlar diye hz. Muhammed’in iki vakit ve iki secdelik ibadet yaptığını katiyen yazmak istemezler. Çünkü onlarda biliyorki; Beş vakit ibadeti! Muaviye, Mardin Midyat’da olan Süryanilerin Gabrial Mor Manastırında yapılan İsah Peygamberin ibadet sisteminden almıştır. Bu gün Sunni müslümanların kıldğı tekbirli, rükülü, secdeli namaz, Süryani inancında kılınan namazın aynısıdır. O tarihde  Süryani inancında 7 Vakit ibadet yapılırmış. Süryaniler sonradan beş vakite indirirler. Şimdi Akşam ve sabah olarak iki vakit yaparlar. Süryaniler düşüre- düşüre iki vakite düşürdüler. Fakat bizim Sunni Müslümanlar Muaviya’nın getirdiği bütün uydurma kurallarına, Hz. Muhammed’in yaftasını yapıştırdıkları için değiştiremiyorlar.

            Hz. Muhammed, sonra Arafat vadisinde toplanan yüz binlerce hacıya hitaben, İslam inkılâbının en büyük hutbesini dile getirir. Resullah bu hac sırasında verdiği üç büyük hutbeyle dünya tarihinde en büyük İnkılâbı yapmıştır. Asırlarca devam eden kan davası, Arabistan yarımadasında mal, can, ırz güvenliğini ortadan kaldırmıştır. Faiz ise bütün fakirleri, zenginlerin kölesi haline getirmişti. Kadınlar, erkeklerin malı, metası sayılırdı. Bir erkekten diğerine devredilir, kumarda para yerine kadın da verilirdi. Babaların suçlarında evlatlar, evlatların suçlarında babalar sorumlu tutulurdu. Aileden bir kişi suç işleyip de saklanırsa, bu insanın cezasını, ailesinden ele geçen başka biri çekerdi. Aileden ilk doğan çocuk kız olursa, uğursuzluk getirecek diye, canlı canlı kuma gömülerek öldürülürdü. İşte Veda haccında okunan Hutbeler. Eski Cahiliye devrinin bütün kötülüklerini, kan davasını, faizciliği, Kadın erkek eşitliğini, kumarı, birinin suçunu diğer yakını olana çektirilmesi ve her türlü zulmü ortadan kaldırmıştır.

Hz. Muhammed’in, Mina’da Verdiği Hutbe

            “Ey ahali! Beni iyi dinleyin. Belki bu yıldan sonra, sizinle burada bir daha buluşamam. İslamiyet’ten önceki bütün Cahiliye geleneklerini ayağımın altına alıp çiğniyorum. Cahiliye Devrinde dökülen bütün kan davaları kaldırılmıştır. Bunlar yalan ve uydurma şeylerdir. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdulmutalibin torunu Haris oğlu Rabia’nın kan davasıdır. Ben ondan vazgeçtim. Siz de bütün kan davalarından vazgeçin. Cahiliye devrindeki faiz geleneği kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk faiz, amcam Abbas’ın faizidir. Sermayeleriniz yine sizindir. Ne zülüm yapın, ne de zulme uğrayın. Ey insanlar! Kimde bir emanet varsa yerine versin. İnkârcıyı Allah af etmez.

            Ey insanlar! Sizin, kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin bu haklarınızı gözetmelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Siz onları Tanrı’nın adı ile Allah’a söz vererek aldınız. Allah’ın emriyle siz birbirinizin helali oldunuz. Onlar, size ihanette bulunurlarsa, haksız yere isyan ederlerse, yatağınızı ayırın. Bir başkası ile evleninceye kadar geçimlerini temin edin ve bütün eşyalarını vererek ayrılın. Herkes kendi suçundan sorumludur.

            Kimler, kimin vârisidir? Kur’an, ayetler ile tespit etmiştir. Vasiyet etmeme gerek yoktur. Çocuk kimin yatağında doğmuşsa onundur. Tanrının ahtı ile aldığınız kadınlardan başkasıyla buluşmanız yasaklanmıştır. Fuhuştur, zinadır. Zina, Allah indinde büyük suçtur. Kadınların da, Allah’ın ahtı ve emriyle nikâhlandığı erkeklerden başkasıyla buluşması, aynen yasaktır. Fuhuştur, zinadır, suçtur. Allah’ın emirlerine itaat edenler doğru yoldadır. Ey insanlar! Bir kadının, kocasının izni olmadıkça, evinin malından bir şeyi başkasına vermesi caiz değildir. Kocanın da, evinin malından, karısının rızası olmadan, başkasına bir şey vermesi caiz değildir. Kadın, erkek eşittir. Allah’ın emir buyurduğu gibi.”

Ahsab Süresi Ayet 35: Doğru erkek ve kadın müslümanlar. Erkek ve kadın müminler. Boyun eğen, saygılı olan, erkekler ve kadınlar. Doğru sözlü erkek ve kadınlar, sabırlı erkek ve kadınlar, gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, sadaka veren erkek ve kadınlar,  Oruç tutan erkek ve kadınlar. İffetlerini koruyan erkek ve kadınlar. Allah’ı çok anan erkek ve kadınlar.  İşte Allah bunların hepsine “mağfiret” huzurlu bir yaşam hazırlamıştır.

            Nur Suresi ayet 71: “Mümin erkek ve mümin kadınlar birbirinin velileridir. Her kim iyiyi emreder, kötülükten alıkoyarsa. İşte Allah bunlara rahmet edecektir.”

Hz. Muhammed’in Arafat’ta Verdiği Hutbe

            “Ey insanlar! Arapların ve Arap olmayanların birbiriyle üstünlükleri yoktur. Ne beyazın siyahtan üstünlüğü, ne de siyahın beyazdan üstünlüğü vardır. Üstünlük, yalnız Allah’tan çekinenler ve. emirlerine riayet edenler. Temiz ahlak sahibi olanlar. İffetine sahip olanlar. Riyakar ve iki yüzlü olmayanlar. Adaleti koruyanlar,  üstün olanlardır. Çünkü bütün insanlar topraktan yaratılmış, Adem Ata’nın oğullarıdır. Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Enfal Suresi’nin emrettiği gibi: “Bir kimseye, kardeşinin malı dahi kendi isteği ile vermedikçe helal değildir.:

            Kendinize zulüm etmeyin. Kölelerinize yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Affedemeyeceğiniz bir hatayı işlerlerse, onlardan ayrılın (Azat edin). Onlar da sizin gibi Tanrı’nın kuludur, onlara kötü davranmayın, zulüm etmeyin.”         

            Ey insanlar! Bugün, bu ay, bu şehir kutsal olduğu gibi, sizin mallarınız, canlarınız da aynen kutsaldır. Onun için birbirinizin kanı ve malı da ötekine haramdır. Ahirette Tanrı’nın katına çıkacaksınız, o da size yaptıklarınızı bir bir soracaktır ve ona göre ceza veya ödül verecektir. Sakın, kâfirler gibi birbirinizin boynunu vurmayın. Kendinize layık görmediğinizi, başkasına yapmayın. Her suç işleyen, suçundan kendisi sorumludur. Babanın işlediği suçtan oğlu, oğlunun işlediği suçtan da baba sorumlu değildir.

            Ey insanlar! Aldığınız borcu ödeyiniz. Başkalarına kefil olmak demek, kefil olduğun insan! sözünü yerine getiremediği takdirde, kefil olan kişi, o sözü yerine getirmekten sorumludur. Hediyeye karşı, hediye ile karşılık verilir. Birbirinizin hatasını aramayın, birbirinizle hoş geçinin. Kardeş olunuz. İslam bizleri güçlü kılmıştır. Şeytan bu yurdumuzda, sizlerin tapınmasından umudunu kesmiştir. Küçük gördüğünüz, ehemmiyetsiz saydığınız, yapmaktan mahsur görmediğiniz, kötü şeylerden Şeytanı sevindirmiş olursunuz.

            Ey insanlar! Cahiliye devrinden kalma, çirkin adetlerin her türlüsü yasaktır. Burada bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi duyursunlar. Belki, burada bulunmayanlar içinde, sözlerimi burada bulunanlardan, daha çok hatırda tutacaklar vardır.”

Fakat hemen orada Maide Suresi’nin üçüncü ayeti gelir ve bu ayeti de okur, hutbeyi öyle bitirir: “Ey insanlar! Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilenler, canı çıkmadan boğulmuşlar, bir yerine vurarak öldürülmüşler, yırtıcı hayvan tarafından parçalananlar, fal oklarıyla vurulmuşlar, taşlar ve heykel, putlar için kesilenler, size haram kılındı. Açlıkta, darda kalan, haddini aşmamaksınız yiyebilir. Bugün, inkâr edenler, sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, Allah’tan korkun.

Bugün, size dininizi tamamladım. Din olarak sizin için “İslamiyet’i seçtim. Size iki kutsal amanet bırakıyorum. Biri Kur’an’ı kerim, İkincisi Ehli beytimdir. bu  iki amanete bağlı kaldıkça, onlara sıkıca sarıldıkça yanlış yola sapmazsınız .Ben üzerime verilen sorumluluğu yerine getirdim. Bundan memnun musunuz? Allah afıcıdır, bağışlayandır, merhametlidir. Ey insanlar! Allah tarafından emredilen her sözü sizlere tebliğ ettim. Ben vazifemden sorumluyum, sorumluluğumu yerine getirdim. Yarın, beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? Allah’ın elçiliğini ifa ettin, emirlerini bize tebliğ ettin, vazifeni yerine getirdin, bize öğüt ve vasiyette bulundun, diye şahitlik eder misiniz?” Halk hep bir ağızdan: “Evet ya Resulullah, tebliğ ettin. Şahitlik ederiz” diye cevabını verirler. Bunun üzerine Hz. Muhammed: “Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!” diyerek Allah’a şükür senalarını belirtir. Ondan sonra tekrar Medine’ye dönüş Hazırlığını düşünür.

KADİR’İ HUM HUTBESİ

Muhammed, Kâbe’yi tavaf edip, haccını tamamladıktan sonra, Miladi 25 Mart 632 tarihinde Medine’ye dönmek için, Mekke’den ayrılır. Medine yolunda bir konaklık yol gelince, Cuhfe denilen yerde, Gadir-i Hum Pınarı denilen vadideki suyun başında konaklar. Bu konaklama yerinde Maide süresinin 67’nci ayeti gelir ve şu emri verir: “Ey Peygamber!  Rabbinden sana indirileni tebliğ et.  Eğer bunu yapmazsan, onun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere fırsat vermez.”

Hz. Muhammed, hacılardan ileri gidenlerin geri dönüp gelmelerini, geride kalanların yetişip toplanmalarını emreder. Vakit öğleyi geçmişti ve çok sıcaktı. Hz Muhammed bütün halkla birlikte (İki secdelik ibadet yaparlar). Hz. Muhammed, deve semerlerinden bir yüksek yer yapmalarını emreder. Sahabeler, hemen arzu edilen yüksek yeri yaparlar. ibadetten sonra yüksek minbere çıkan Hz Muhammed, Hz. Ali’yi de yanına çağırır ve halka şu hutbeyi okur:

“Ey İnsanlar! Ben de sizin gibi insanım, Allah tarafından davet edildim, benim de günlerim sayılı, bu dünyadan göçeceğim günler yaklaştı. Hamd ü Sena yalnız Allah’adır. Ona inanmışız, ona sığınırız. Ondan başka yol gösteren yoktur. Her şeyi bilen ve bildiren Allah’dır. Uhdemdeki sorumlu olduklarımı, size bildirmemi, şimdi gelen ayet ile emretti. Allah’ın emirlerinden dışarı çıkanın akıbeti azaptır. Şahadet ederim ki, ondan başka tapacak yoktur. Allah’ın birliğine, Muhammed’in onun kulu ve Peygamberi olduğuna şahadet ediyor musunuz?” Orada bulunan on binlerce ashap bağırarak;

“şahadet ediyoruz ya Resulullah”, diye cevap verirler. “Ey Müminler! Allah’ın doğru yolunda, size Rehberlik edecek iki emanet bırakıyorum. Bunların ikisi de kesin olarak birbirinden ayrılmaz ve kıyamete kadar birlikte bana gelirler. Bunlardan birincisi Kur’an, ikincisi Ehl-i Beyt ’imdir. Allah’ın kelâmı olan, Kur’an ipine yapışır, Ehl-i Beyt’ in izinden (emrinden) çıkmazsanız, benden sonra yolunuzu yitirmezsiniz (sapıtmazsınız).”

Hz. Muhammed bunları söyledikten sonra, yanındaki Hz. Ali’nin elinden tutar, yukarı kaldırır ve hutbeye böylece devam eder:“Ey insanlar! Bilirsiniz ki, benim bütün ümmetim üzerinde, kendilerinden ziyade tasarruf ve velâyet hakkım var. Ey Nas! Biliniz ki, Allah benim mevlamdır. Ben de bütün müminlerin Mevla’sıyım. Ben her kimin Mevla’sı isem, Ali de onun Mevla’sıdır. Ali’nin eti benim etimdedir. Kanı benim kanımdadır. Ben Ali’denim, Ali bendedir, Ali beni tamamlar. Her kim Allah’ı severse, beni sevmiş olur. Her kim beni severse, Ali’yi sevmiş olur. Her kim Allah’a düşmansa, benim de düşmanımdır. Bana düşman olan, Ali’ye de düşmandır.”

 Hz. Muhammed, bu sözlerini tamamladıktan sonra, ellerini açıp şu duayı yapar: ”Ya Rabbi! Ali’yi seveni, sen de sev. Ali’ye düşman olana, sen de düşman ol. Ali’ye yardım edene, sen de yardım et. Ali’yi hakir görüp, hakaret edeni, sen de hakir gör. Ali’nin eti, benim etimdedir. Ali’nin kanı, benim kanımdadır. Ali bende, ben Ali’deyim. Hak daima Ali ile beraberdir. Çünkü o benimle birlikte Ehl-i Beyti’mi temsil eder. Ya Rabbi! Sen onu bütün kötülüklerden koru” diyerek duayı yaparken, bütün ashap bu duaya “Amin” deyip katılıyorlardı.Hz. Resulullah, “Ey Nas! Burada bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi duyursunlar. Belki o bulunmayanlar içinde, sözlerimi, burada bulunanlardan daha çok hatırda tutacaklar vardır.” Bu sözlerle hutbesini bitirir.

Hz. Resul’ün bu hutbesinden sonra, sahabe, Hz. Ali’yi tebrik edip, biat etmek için sıraya girerler. Sonradan halife olanlardan Ömer ibn-i Hattab ve Ebu Bekir herkesten evvel: “Ey Ebu Talip oğlu Ali, ne mutlu sana ki kadın ve erkek hepimizin Mevla’sı oldun. Tebrik ederiz” diyerek biat eder. Diğer sahabeler de, Hz. Ali’nin İmametini sırayla tebrik ederek  biatlarını yaparlar. Hatta sahabelerden Hasan Bin Sabit, Hz. Ali’nin İmametine ve biatine dair bir şiir de yazmıştır. Fakat bulamadım.

Hz. Muhammed bu tarihe kadar kendi yerine açık ve resmi olarak Vasi (Vekil) tayin etmemişti. O gün Maide Süresinin 67’inci ayetin emrine uyularak bu resmi açıklama yapılmıştır. Bu açıklama, bir takım Hz. Muhammed ile Hz.Ali’nin yakınlığını hazm edemeyen. İslam dininin yöneticiliğinde  gözü olan kişileri harekete geçirdi. Buda İslamda ayrışmanın  İlk kıvılcım oldu. Hz. Muhammed’in son yaptığı Veda Haccı’nda Maide Süresinin 67’nci ayeti emri üzere. Hz. Ali’ye velayetini vermesi ve kendi yerine vekil tayin etmesi; Allah’ın emrtiyle görevi devretmesidir. Böylece, Hz. Muhammed, Halifeliği Hz. Ali’ye bırakmıştır. Kadiri Hum’daki görev değişimi Alevilerin Bayram günüdür.  Hz. Muhammed’in Ümmetiyim, Ehlibeyt bendesiyim diyen bütün Alevilere ve cem evleri Dede ve yöneticilerine, nacizane önerim! Kadir Hum günü Hz. Ali’inin kutsal değerlerini anlatarak üç secdeli bir ibadet yapmalıyız. Sonrada aynen kurban bayramı gibi sevinçle ziyaretlerimizi yaparak, tebrik ederek bayramlaşmalıyız.

İşte o gün orada bulunan sahabeler ve diğer insanların hepsi. Hz. Ali’ye biat etmişlerdir. Halifelikte gözü olan bazı sahabeler istemeyerek olsa da biat ederler. Fakat işte orada, Hz. Ali’ye ve Haşimi Ailesine düşmanlık kıvılcımı oluşmaya başlamıştır. İslam’ın ilk ayrılık kıvılcımı bu olayla beraber başlamıştır. Gadir Hum olayı bir görev değişimi idi. Görev  değişim töreninde bulunanların gelip tebrik ederek biat etmeleri ve ey Ebu Talib’in oğlu Ali; Artık sen her müminin ve müminenin Mevla’sı oldun demeleri, İslam Dini’nin sevk ve idaresinin Hz. Muhammed’den, Hz. Ali’ye geçtiğinin ispatıdır. Hz. Ali’ye biat edip tebrik edenler, Hz. Ali’nin velayetini kabul etmiş oldular. Kur’an-ı Kerim’in getirdiği İslam Dini’nde biat edip sonradan dönmek, Dininden dönmekle eş anlamdadır. Çünkü, “Biat”tan hemen sonra Resullah: “Bugün dininizi ikmal ettim, size verilecek nimetimi tamamladım. Din olarak size İslam’ı getirdim. Razı ve hoşnut oldunuz mu?” Sahabe hep birlikte, “Razıyız ya Resulullah” diye ikrar ederler.

Biat etmek, dinin kemali olan velayetedir. Velayet ise hak (doğru) ile batılın(yalnışın) ayrışma noktasıdır. Gadir Hum’da Hz. Ali’ye biat ettikleri halde, verdikleri ikrardan dönmüşlerdir. Fakat Yüce Allahın emrini bozmaya kulun gücü yetmez. Hz. Ali’nin doğum yeri olan Kâbe’yi Hz. Muhammed son veda haccı tavafıyla kutsallaştırdı. Kâbeye haca gitmenin, verilmiş biatla güçlü bir bağlantısı var. Hac olarak Kâbeye gitmek, o Kâbede dünyaya gelen kutsal Ruh ile biatını tazelemektir. Bağlılıklarını bildirerek, yapmış oldukları yanlışlıklarının bağışlanmasını istemektir. Secdenin Allah’ın halifesi olan Adem’e olması ve Adem’den olan o ilahi Nur’a olmuşturki bu Nur’da Müminlerin amiri Ali ibni Ebu Talib’in nuruydu ki Kâbede o Nur insan bedenine büründü Ali diye dünya’ya geldi.

Meleklerin yüzlerini döndükleri ilk Kâbe Ali bin Ebu Talibin nuruydu. Yani asıl kıble, Kâbedeki taşlar duvarlar değil. Asıl Kâbeyi kıble yapan, Kâbenin içinde doğmuş olan kutsal Ruh’dur. Buda Ali bin ebu Taliptir. Bu nedenle kıbleye yüzünü dönen herkes mecburen Ali bin Ebu Talibin, biatını kabul etmiş oluyor. Hatta dilleriyle ve kalbleriyle inanmasalar ve istemeseler bile, Kâbeye haca gitmekle her kişi Hz. ali’ye biat etmiş oluyor. Allah, Muhammed ya Ali diyen, Ehlibet’in bendesiyiz diyen, bütün İslam alemi için, Kadir Hum Olayı çok önemlidir. En kutsal bayramdır. Bütün ümmeti Muhammed’in ve Ehlibeyt dostlarının bayramını tekrar- tekrar kutluyorum.

Veda Haccında döndükten sonra, Ebu Bekir, Ömer İbn-i Hattab, Osman, Ebu Übeyde, Abdurrahman bin Avf, Elmuğure bin Sebe, Peygamber’in ölümünden sonra hilafetin Peygamberin akrabaları olan Ben-i Haşim’e, yani Hz. Ali’ye geçmesini engellemek için ortak hareket edeceklerine dair. Hacdan döndükten sonra sözleşirler. Bunlar, Gadir Hum’da Hz. Muhammed’in kendisine vekil tayin ettiği Hz. Ali’ye velayeti vermekle, Peygamberliği sona erdiğini aralarında kararlaştırırlar. Veda Haccından döndükten sonra da Peygamberin hiçbir sözünü eskisi gibi tutup, Peygamber’in sözlerine değer vermezler. Verdikleri Biat’ta (ikrardan) dönenlerdir bunlar.

Veda hacından sonra Hz. Peygamber hastalanmıştı. Haber aldı ki, Bizans büyük bir orduyla Müslümanlar ile savaşa gelecekler. Hz. Muhammed de, Rumlara karşı büyük bir ordu ile çıkmak mecburiyetindeydi. Onun için Hz. Muhammed kuvvetli bir ordu kurulmasını emretti. Savaşa gidecek ordunu başına özgürlüğünü verdiği, itimat ettiği kölesinin oğlu Usame’yi tayin etmişti. Bütün sahabelerin bu orduya katılmalarını emretmişti. Fakat Gadir-i Hum’da biat eden sahabelerin hiçbiri  bu orduya katılmamıştı. Artık bu sahte Müslümanlar Peygamberi dinlemiyorlar; bu fırsatçılar, Hz. Peygamber’in ölümünü bekliyorlardı. Resullah, Hz. Muhammed, fitne ve fesatın büyüdüğünü görünce. “Bana kâğıt kalem getirin, size benden sonra biri birinize düşmeden ne yapacağınızı yazayım.” dediği emri dahi kabul etmediler.  Başta Ömer ibni Hattab terbiyesizce, (Bu adam hasta kendinde değil, ne söylediğini bilmiyor). Kur’an bize yeter diye karşı gelir. Hz. Muhammed’in vasiyetinin yazılmasına engel olur. Tarih bu olayı “Kırtas olayı” diye yazar. Bütün amaçları halifeliği Hz. Ali’nin elinde almaktı. Onun için de söz birliği yapmışlardı. Ne yazık ki onu da başardılar ve İslam’ı ikiye böldüler.

             Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra, Hilâfetin gasp edilmesi, Müslümanlar arasında ayrılık yaratan ilk kıvılcımdır. Sonradan Hz. Ali’ye karşı Muaviye’nin ihaneti ve arkasından Hz. Hasan’ı zehirletmesi, ayrılığı biraz daha büyütmüştür. Üçüncü olarak da, Muaviye’nin vasiyeti ile oğlu Yezit, Kerbela’da, Hz. Hüseyin’i ve bütün Peygamber soyunu yok etme girişimi bardağın son damlası olmuştur.

Emeviler, 86 yıl içinde, Hz. Muhammed’in getirdiği dini; ters yüz edip, her ihanetlerine, peygamberimizin “Fıkıhıdır, Sünnetidir” diye, uydurma hadisler ile o günkü dünyaya öylece tanıttılar. “Ehl-i Beyt” ifadesinin karşısına, “Ehl-i Sünnet” kelimesini uydurdular. İslam Dini’ni böylece ters yüz ederek, bütün dünyaya “İslam budur!” diye ilan ettiler. Halen Sünni Şeriatında olan saf ve temiz Müslümanlar, Emevilerin kurdukları Selefi ve Vahabi Şeriatının, Peygamber’in getirdiği Şeriat olduğuna inandırıyorlar. Kur’an’ın hiçbir ayetinde günde beş vakit namaz kılacaksınız diye yazmadığı halde; Emevi İslam’ına inanan Sünniler halen günde beş vakit namaz kılıyorlar. Kur’an’da Teravi namazı diye bir ifade yok olduğu halde, Ramazan ayında 20 veya bazı yerlerde 40 rekât namaz kılarlar.

                   Hz. Muhammed, Miladi 632 yılında, dünyasını değiştirdi. Mezhepler 755–756 yıllarında Abbasilerin devrinde icat edildi. Aradan yüz yirmi dört yıl geçtikten sonra,  Müslümanları böl-yönet sistemi ile Mezhepleri icat ederek, siyaset yaparak Müslümanlığa en büyük ihaneti yapmışlardır. Onun için Alevi İslam toplumu o gün de, bugün de, mezhepçiliği kabul etmez. Çünkü Aleviler, ilk Halifelik ile ortaya konan haksızlıkları kabul etmedikleri gibi, ondan sonra yapılan bütün uydurma “icma ve kıyaslara” itibar etmemişlerdir. Tek kelime ile Aleviler, Ehl-i Beyt’in ve onların soyu olan 12 İmamların kabul etmediğini ve Kur’an’da olmayanı kabul etmediği gibi. Bu, bugün de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır.

            O tarihte, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin evlatlarının, torunlarının yanından ayrılmayan; onların getirdikleri İslam inancına hiçbir ilavede bulunmayan, olduğu gibi kabul edip, devam ettiren Aleviler,  devlet idaresini elinde tutan Emeviler , Abbasiler tarafından devamlı baskı altında tutmuşlar ve katledilmişler.

İşte bizim dedelerimiz, bu katliamlara canını vermişler, başını vermişler; fakat inançlarında taviz vermemişler. Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin çocuklarını içlerinde saklayarak, gizemci bir sistemle az da olsa soylarının bu güne kadar gelmesini sağlamışlar. Onlarla birlikte Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin getirdiği ve onların çocuklarının devam ettirdikleri İslam inancını, bu güne kadar devam ettiren Anadolu’da Alevi İslam Toplumu’dur.

                   Onun için, Alevi inancının baş mimarı Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’tir. Aleviler ibadetlerinde, dualarında ve gülbanklarında Hz. Muhammed’le beraber, Hz. Ali’yi, Ehl-i Beyti ve 12 İmamları daima zikir ederler. Kadir Hum bayramını, Kurban bayramının birnci gününde yedi gün sayınca, sekizinci günü Kadır Hum bayramıdır. Böylece her senen ne zaman geleceğini rahatlıkla hesap edebiliriz.

                   Şura Süresi Ayet 23: Habibim ümmetine söyle ki ben size bu Hak Dini getirdiğim için, sizden bir ücret istemiyorum. Yalnız Ehl- i Beytime katıksız bir sevgi ve bağlılık istiyorum. Allah, Hak yolunda yürüyenleri bağışlar ve onlara ihsanda bulunur.

                   Ali İmran Süresi Ayet 110: Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i! Siz insanlar için ortaya çıkartılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitap ehli olanlar inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu.  İşte Hz. Muhammed’in, Hz.Ali’nin ve Ehl-i Beyt’in kutsallığını ve getirdiği İslamı anlamak için Veda Haccının ve Kadir Hum hutbesinin anlamını çok iyi öğrenmek gerekir.

Bütün bendeyi Ehlibeyt’in Kadiri Hum Bayramını en derin duygularımla kutluyorum. Aşkı muhabbetlerimi sunarım. 08/08/2020 Canlı Yayında anlatıldı.